21 Aralık 2011 Çarşamba

hayat yolunda bir garip yolcu olan Yıldırım Gürses beni tanısa yandaşı olmamı isterdi...

maduriyetimin son noktalarında ceylan gibi seker iken beni uyarmak konusunda ısrarlı arkadaşlarıma bir kez daha hatırlatıyorum. maduriyetim büyük, mağduriyetsimse yok.

son birkaç aydır başka bir şehirde iş arıyorum. tercihen içinde bulunmadığım bir şehirde. bu da ihtimalleri epey bir arttırıyor ancak şansımda bir artış hala görülmedi. esasen havalı bir yerde, neredeyse yönetici pozisyonunda çalışıyorum. neredeyse yöneticiyim çünkü kendimi yönetme kısmında hala büyük kaoslar yaşıyorum. henüz çalışırken iş aramanın zor olmaması gerektiğini beyan eden şehir efsaneleri her yerde cirit atarken nedir arkadaşım benim bu çilem? çile artık bülbülüm olmaktan çıktı, aşti'deki susturulmaya çalışılan "çığırtkan"lara döndü. şimdi eşim dostum beni hastayım sanıyor ama işsizim kimse bilmiyor. henüz işsiz değilsem de, hepimizin sonu işsiz kalıp bir gemide havaya uçmak. takdir-i ilahi. eşim, dostum derken abartılı bir söylem oldu. eşim olmadığı gibi, dostlarımın da beni hiçbir şey sandığı yok. benimkisi kendi kendimi şişirmek işte. bu "ooof içim şişti haaa" hali de bu sebeple başıma musallat olmuş olsa gerek.

iş aramak zor bir şey. hem yalan söylememen gerekiyor, hem de kendini abartman gerekiyor. gönül isterdi ki abartılı sinirlenmelerim, her şeyi abartılı yaşamam, abartılıyı utandıran anırmaya kaçan gülüşüm, stalker duruşum, arabesk bilincim beni bir yerlere getirebilsin. fakat ben elalemin teninin kokusunu özlerken, elin kızı mastır yapmış bebişim. ben bugünki görevim şeçtiğim bir insanı tüm gün mutlu etmek olsun diye orada burada sekerken, ötekisi tv kanallarında stajlar yapmış yıllarca, berikisi bilmem kimin basın danışmanına asistanlık yapmış 3bin sene. e tabi şimdi bu çocuk öksüz ve yetimse onlar ne yapsın?

ömrüm boyunca açık göz bi çocuk oldum. açık gözüme, zaman zaman içimdeki fesata rağmen açıklanamaz bi saflığa da sahibim hala. hayvansı bir terliği andırsam da sevenim çok. elimi sallasam, el salladım zannedip bana el sallayan iyi niyetli hafif de aptalımsı insanlarla çevrili etrafım. dolayısıyla takdir edersiniz ki elimi sallasam bir delikanlıya yakışıklıya çarpmıyor, ellisi birden önümde tek taş yüzüğüyle diz üstüne çökmüyor; karşılığında onlar da bana el sallıyor. allahuekber wuuuhuuuu demekten başka çare bulamıyorum.

uzun lafın kısası Türkiye'de iş aramanın dayanılmaz ezikliği üzerimde yok çünkü çok şükür bir işim var. yalnız ankarada yaşamanın dayanılmaz buhranı kısmını ne şekilde atlatabilirim o konuda endişelerim çok, acım büyük, gözlüklerim afilli, memelerim estetiksiz, götümse Kim Kardashian götünden daha çok Beyonce götünü andırıyor bugün. bir de cana can katan bu gam dert olmasa uuu beybi ya olmasa...?

28 Kasım 2011 Pazartesi

inceldiğim yerden kopmam, fotoğrafçılara poz veririm.

kendine yüklediğin anlamlar bağlantı problemi yüzünden yüklenemediğinde, ona yüklediğin anlamlar 100 fırça darbesiyle ucuz bir romana dönüşünce, egon bir iğneyle söndüğünde sadece yürümek istersin.

işe yarayacak o şeyin peşinden gidersin. kimi zaman sinsice takip edersin, kimi zaman ulu orta her şeye inat karşısına geçmeye çalışırsın. biraz daha hızlansan dişliler birbirinden ayrılıp tamamen düzeltilemez olacak gibi gelir ya, inceldiği yerden kopmuyorsa minik dokunuşlarla yardımcı olursun. makinenin yanması, dişlilerin yerlerini terk etmesi, kelimelerin sözlüklerdeki anlamlarını terk edip senin gidemediğin bir yolda devam etmesi, senin içinden ayrılan binlerce dişlinin farklı farklı yollara sapması, senin hepsine yetişebilmek için bölünerek çoğalmaya çalışman, çoğalmaya çalışırken yok olmaya doğru emin adımlarla koşman...zamanla her gün yürüdüğün o yoldaki çiçeklerin sana alerji yapmasına benzer. kaşınmadan, hapşırmadan yürümeyi başarabilirsen her şeyi yapabilirsin gibi gelir. hapşırmadan edemezsin, yara kabuğunu kaşır düşürürsün. seni öldürmesi için tuttuğun kiralık katil arkanda bıraktığın yara kabuklarından bulur seni.

ağır ağır döktüğün o kabukların ardından hafifleyip koşmaya başlamayı beklersin. bilmediğin bir hızda, göremediğin bir boyutta, şimdiye kadar fark edemediğini umduğun o güçle. içindekilerden biri durağanlığa karşı gelip, harekete geçtiğinde ve ona uyum sağlamak zorunda kaldığında, içindekilerden biri ileri koşarken,diğeri hiç düşünmeden geri dönüp topukları götüne vura vura eskiden olduğu yere koşmaya çalıştığında, ayağından bağlanmış ayrı tarafa koşmaya çalışan iki andonun ağırlığıyla çarparsın kendine. sahip olduğun her şey yerlere saçıldığında ve bir sürü yabancı onları göz göre göre çiğneyip geçtiğinde...tek yapman gereken bir kez daha yutkunmak olur. öküz yutmuşcasına, kalan tüm yıllarının nefesini bir seferde içine çekmişcesine yutkunup arkana yaslanırsın.

türk filmlerinde sana öğretilen, kodlanan davranışların işe yarayacağını umarak, sahip olduğun her şey yerde sümüklere ve boklara bulandıktan sonra sevgisiyle düşüp, nefretiyle ayağa kalkan Türkan Şoray gibi olabilmeyi umarsın. çünkü kodlanmışındır. sevgi düşürür, nefret ayaklandırır. bir daha geldiğinde kime çelme takıp kendinden uzak tutacağını bilirsin bir kez düştüğünde. çünkü bu öğretildi sana yıllardır. hazır çiğnemişken sırtıma da bi basıver, kaç gündür ağrıyor diyecek kadar genleştiğinde hatırlarsın. bir zamanlar sana insan diyorlardı. genleşip aldığın o yeni şekil, kaplumbağanın sırtında taşıdığı evine benzer. her gün o ağır şeyi üstünde taşırsın, içine saklanırsın. yeni almış olduğun o şeklinle birinin seni yere atıp darmadağın etmesini beklersin. hiçbir zaman beklediğinde olmaz ki. en beklemediğin anda küçücük biri gelip paramparça eder. her seferinde bazı parçaları birleştiremezsin geride kalır. evet, bir zamanlar sana insan diyorlardı dostum. bir zamanlar öyleydin.

22 Kasım 2011 Salı

beni öldürmeyen şey başkasını gıdıklıyorsa, bu çok garip olabilir.

az önce bir arkadaşım bana "bizim gibi başkaları da var mıdır sence" diye sordu. ben karşılaşmadım ama eğer varsa arkadaş olmak isteriz. hızla sahip olduklarımızı kara deliğe kaptırdığımızdan kelli yenilerini edinmek istiyoruz. etrafımdaki birkaç kişi ve ben -başta ablam olmak üzere- arkadaş edinmeye çok hevesliyiz. fakat kimse bizle arkadaş kalmak konusunda heves sahibi değil ve bu bir problem.korkarım ah muhsin ünlü'ye yaklaşmakta zorluk çeken o köfteci bize de yaklaşmakta güçlük çekiyor olabilir.bir dakika uyuyan güzel gibi ömrü billah yatağımdan kalkmaya niyetim yokken, diğer bir dakika ilk işaretle sokaklara dökülmeye hazırım. o an geldiğinde tek istediğim sokaklara çıkmak değil, bir de "beni gören yollara dökülsün" oluyor. dökülsünler ki hep birlikte eğlenelim.

gönül ister ki her gün hava güzel olsun, güneş açsın, kuşlar neyim ötsün, hayvanlar cıvıl cıvıl oynaşsın, çocuklar koşmasın etrafta mümkünse evden çıkma yasağı getirilsin onlara, yakışıklı abilerimizi bilhassa güneşin altında parlarken görmek isterim, işverenler insafa gelsin öğleden sonra tatil etsinler keyiflenelim diye. gönül bu istiyor işte. gönül ister ki beni şimdiden emekli etsinler, düzenli maaşımı versinler, elimi sıcak sudan soğuk suya sokmasınlar, sokmaya çalışanın ellerini kırsınlar... bu '-lar' dan kastım kim bilmiyorum ama önce onları yakından tanımak, sonra da düzeyli veya düzeysiz bir ilişki yaşamak isterim içlerinden en yakışıklı olanıyla.

bizim gibilere rastlayamadığımdan ben de arkadaşıma "sence onlar da bize çok şaşırıyor mudur?" diye sordum. acaba bütün çekik gözlüler birbirine benzer gelir ya, biz de bu insanlara öyle görünüyor muyuz? çünkü onların hepsi aynı görünüyo bana. çekik gözlüleri birbirinden ayırt edebiliyorum ama bu insanların hiçbirini bir diğerinden ayıramıyorum. birbirinden farksız bu insanlarla dolu birbirinin aynısı ve birbirinden korkunç günler yaşıyorum. gelen gideni aratmıyor, üzerine su sıkılmış bir çare bir serçe gibi şu ana kadar hiç göremediğim ve tanımadığım bir şeyi arıyorum. çekik gözlü olsam bakış açım daralır da daha az mutsuz olur muyum diye düşünüyorum bazen ama çekik gözlü olabilmek için estetik operasyonlara yatıracağım parayla önce burnumu yaptırmam daha doğru olur. bildiğin suratımın ortasında bir foseptik çukuru var. dağlara taşlara anneeeem.

oldum olası sevecen biri olmuşumdur. insanları ne kadar iğrenç birer canlı oldukları konusunda hırpalamam, yargılamam, sorgulamam, sulamam. insan severim, böcek severim, politikacı severim, hepsini bir kazana atıp havuç ve patateslerle birlikte yahni yapıp yemeğeyse bayılırım. bazıları benim aslında biraz yalancı olduğumu ve insan sevmediğimi düşünebilir ama yanılırlar. hayvan sevdiğini söyleyip löp löp köfteleri, tavuk kanatları götürenlerden bir farkım yoktur aslında. insan severim, mümkünse ben insanımı tabakta isterim.

aynı şarkıyı yüzlerce kere dinlemeye bayılırım. sıkılmıyor musun diye soranlara tek cevabım olabilir. sıkılıyor olsam neden dinlemeye devam edeyim? aklım yok mu lan benim? sıkıldığımı fark etsem neden dinlemeye devam edeyim? belki değiştirmeye üşenmiş ve dinlemeye de devam etmiş olabilirim ama bu seni yine ilgilendirmez, demek ki çocuk üşenmiş ve hala dinleyebiliyor. sanane! sanaaa neeee? aynı şarkıyı tekrar tekrar dinleyen ben değilsem, şarkı da benim şarkılarımdan değilse sinirlenme hakkını kendimde buluyorum ama başkalarının bu hakka sahip oldukları yanılsamasına sahip olmalarını anlamıyorum. beni bunaltan şarkıyı ardarda dinleyen o zalimin ölmesi gerektiğine inanıyorum. önceden belirtmiş olduğum gibi insan severim. azıcık ucundan verenini daha da çok severim. bazen görüyorum " e.d bilmem neyin fotoğrafını beğendi" yazıyor yanda bir yerde. tıklayıp baktığımda neyini beğendin lan bunun, hiçbir boka da benzemiyor demek istiyorum. eğer bunu demiyorsam tek sebebi insanları seviyor olmamdır.

canlıları sevmek bir yana, aşık olmak dedin mi orada duracaksın. aşık olmak bizim işimiz usta. sevdiğini serbest bırakacaksın. aman izlendiğini fark etmesin. çaktırmadan sinsice etrafında gez, dolaş. normalen bir insanın ürkmesini gerektirecek her şeyi yapmak ancak aşık olduğunda caizdir.ne zamanki artık senin orada bir yerde olmadığından emin olur, o zaman bas tetiğe. küt indir adamı. geri dönerse senindir, dönmezse ölmüştür. bu bazı toplumlarda manyaklık olarak algılanabilir ama aman napiyim. manyaklık parayla mı bebişim? bozdurur bozdurur harcarım, elim boldur, gönlüm hoştur, götüm de kim kardashian götü gibidir. tabi bu biraz abartılı oldu ama betimlemelerin bile bir yerde durup saygıyla selamladığı bir götüm var. kimi zaman panayıra , kimi zaman bir ovaya benzetilebilir. kah aşure kazanı, kah domdom kurşunu... ama özünde iyidir. içinde kötülük yoktur.

bir yetim için isyan vaktinin daha sonuna gelmiş bulunuyorum. özetle, kendime benzer birini bulamadım, bulsam da benle arkadaş olmak istemezler, isteler de gösterir ama vermem, versem de burunlarından getiririm. henüz 3 yaşında bir kardeşim var seni ondan bile kıskanıyorum çünkü ben sokakta sosyopat, evde psikopat, yatakta yamyamım. işte böyle, yüz verme yetime, gelir koyar götüne. öptüm bye!

15 Kasım 2011 Salı

aşkın dağlarda gezerken aşkına eşkiya oluverir, durduramazsın.

-13 Mart 2011, 5.08 -

Hayatım boyunca konuşma meraklısı olmadım. Konuşarak bir şeylerin düzelebileceğine inanmadım. Arada bir sevmeye inandım. Ona inanınca da konuşarak bir şeyler belki de çözülür dedim. Dostlarım inanın bana bir şey kendiliğinden çözülmüyorsa, konuşarak hiç çözülmez. Düğümlenmiş bir ipi, beyin gücüyle açmaya çalışmak gibi bir şey. Makasla kesmek varken… Beynimi yormak neden? Çok konuşmayan insanı severim. Bazen de çok konuşmadıkları için insanları sevmem. Bazen koktukları için sevmem. Bazen de kaşlarını almadıkları için. Bazen de sadece insan oldukları için sevmem onları. Bazen de çok nadiren de olsa, yalnızca oldukları o şey için severim onları. O dakikadan itibaren koksalar da, yok olup uçsalar da artık onları severim. Bir canlıyı böyle seviyorsam her seferinde aynı şekilde sevilmeyi de beklemem. Misal kedime ömrümü verdim, yanlışlıkla uykusunu dağıtınca beni tokatlıyor. Sonuçta yine de seviyorum. Hem gelen darbeleri olgunlukla karşılayıp hem seviyorum. Bazen ikisini birden yapmak çok zor oluyor. Zaman zaman insanlar beni sevsin istiyorum ama yüzde doksanını sevmezken ve benden uzak durmalarını beklerken, onlardan beni sevmelerini beklemek biraz nankörlük olabilir diye vazgeçiyorum. Bazı günler uyanınca tek gözümü açıp perdenin altından dışarıya doğru bakıyorum. Bir gün güneş açsa, artık beni mutlu etmeye yetecek mi diye düşünüyorum. Cevabı bilmiyorum ama artık güneş açsın istiyorum. Sonra diğer tarafa dönüp Norveç’te yaşıyor olmayı hayal ederek, 10 dakika daha uyumaya karar veriyorum. Kendi içimde böyle karmaşalar yaşarken neden bazı HarfLeri BüYük BazıLarıNı küÇük yaZmıyoRum ki? diye düşünmeden de edemiyorum. Neyim eksik benim?

İnsanları oldukları gibi kabul edecek kadar yüce gönüllü olmadım hiçbir zaman. Annem zaman içerisinde olgunlaşıp bu vasfa nail olacağımı söylüyor. Ona her zaman olduğu gibi inanıyorum. Umarım haklıdır. Bir gün çocukları seveceğimi de söylüyor. Ağladıkları zaman vurup ağızlarını burunlarını kırasım geliyor üstelik… Ama bir gün onları sevecekmişim. Hayatıma girmiş, genelde de dayanamayıp çıkmış olan birkaç tane insan var. Bir de henüz çıkmamış olanlar var. O birkaç tane insanı ne olurlarsa olsunlar seviyorum. Bir zamanlar çocuk olduklarını düşündüğümde, isal olduklarını söylediklerinde, popolarında kıl dönmesi olduğunda veya beni sevmediklerinde bile seviyorum. Oldukları gibi kabul ediyorum. Oldukları gibi seviyorum. Ve hatta onları oldukları şey için seviyorum. Beni aynı şekilde sevemediklerinde Türk filmlerindeki takma kirpikli manyaklar gibi çenem titremeye başlasa da zamanla alışıyorum. Her şeye alışmıyor muyuz? Bir insan kaşlarını periyodik olarak almaya alışabiliyorsa, bir zamanlar her gün okula gitmeye alışabildiyse, artık her gün işe gidebiliyorsa… Sevdikleri tarafından sevilmemeye, hiç sevilmemiş olmaya, sevildiği halde uzaklaştırılmış olmaya bile alışabiliyor.

Bazen insanlar iyi niyetli biri olduğunuza inanmayabilir. İyi biri olduğunuza, doğru şeyleri yaptığınıza katiyen inanmayabilirler. Kimi zaman doğru düşünceler, iyi niyetlerle, yanlış zamanda doğru şeyler yapmaya çalıştığınıza inanmayabilirler. Onlara kızmayın. Onları sevin. Onların da canı var. Güvenemiyorlarsa, travmatik bir çeşit organizmaya dönüşmüşlerse bu onların suçu değildir. Birileri onları bu hale getirmiştir. Zaman zaman bu kişi siz bile olabilirsiniz. Onları olduğu gibi kabul edin. Bazen o kadar inatla söylediğiniz hiçbir şeye inanmazlar, sizin iyi biri olduğunuza bir türlü inanamazlar ki o zaman sizin kötü olduğunuzu düşünmeye olan ihtiyaçlarıdır onları bu hale getiren diye düşünüyorum şahsen ben. Çoğu zaman kötü biri olduğunuza inanarak işlerini kolaylaştırırlar. Gitmek daha kolay olur, kalmak imkânsız olur, sevmek inandırıcılığını kaybeder ve bu insanlara yapabileceğiniz en iyi şey kötü olduğunuza onları inandırmaktır. Onca zaman iyiliğinize inandırmaya çalışmamışsınız gibi şimdi kötülüğünüze inandırmaya çalışırsınız. Onların iyiliği için bunu yapmak zorundasınızdır. Hele de hala Türk filmi zihniyetlerinde, Hollywood şaşkınlığında bir kişiyseniz bunu eminim kolaylıkla yaparsınız. Seviyorum ama bensiz daha iyi olacak dersiniz çünkü siz malın önde gidenisinizdir. Ve sakın hiçbiriniz bana aksini kanıtlamaya çalışmayın. Birinin iyiliği için kendi iyiliğinizi katletmenin tek bir açıklaması olabilir. Aptalsınızdır veya zekâ geriliği vardır. Ona da bir itirazım yok zaten.

Bazen sevdiğiniz bir insan için başka bir yerleşim alanına gitmeniz gerekir. Örneğin başka bir şehre gitmeniz gerekir. Dönerken evinize, yolunu kaybetmiş bir kraliçe arı gibi sinirli olur, kimi sokacağınızı bilemez bir halde olursunuz. Yine çeneniz titrer. Gitme şarkıları dinlersiniz. Bir de yağmur yağıyorsa, hava soğuksa ve siz Ankara denen danakarada* yaşıyorsanız… Kendinize yüklenmemeye çalışır, yanınızda ağzından salyalar akan sizin koltuğunuza kadar poposu taşmış teyzeyi öldürme planları yapmaya başlarsınız.

Her insan evladının türlü türlü derdi olur. Kimisi “Ama rakçıyım herkes bilsin” derdindedir, kimisi “Ama evlisin” diye şarkı yazacak kadar dertlidir. Kimisi kuyruğunu yakalamaya çalışır bir türlü yakalayamaz, bunlar genellikle kedidir. Spor salonundaki psikopatlar yürür, bisiklete biner ama hiç yol kat edemezler. 1 adım öteye gidememişlerdir son 4 saattir. Kimisi çok yer şişmanlar, kimisi kilo alamaz, kimisi insanlara güvenemez, kimisi güvenmeye ihtiyaç duymaz, bazısı insana ihtiyaç duymaz, bazısı eşeklerle cinsel ilişkiye girmenin aklıselim bir hareket olduğuna inanır garip bir şekilde. Dediğim gibi türlü türlü dert var yeryüzünde. Hepsine sahip olmadığım için kendimi çok şanslı hissettiğim şu günlerde birkaç tanesi bile beni kitle katliamının ucuna kadar getirdi.

Hayatım boyunca konuşma yanlısı bir insan olmadım. Konuşmayı severim, çoğunlukla susmak bilmem. Dedikodu yapmaya bayılırım. Çingene olduğum gerçeğiyle barışmış bir dedikoducuyum. Ama konuşarak problem çözmenin bir zırva olduğu konusunda sizlerle kanımın son damlasına kadar tartışabilirim. Konuşarak sorun çözülmez. Problemler, aynı problemleri çıkarmadığın bir süreç sonunda çözülür. Ben süreç müreç anlamam mağara adamıyım diyorsan, yürüyüp gitmeyi bilmek gerekir. Yürüyüp giderken sümüklerin aka aka ağlıyorsan ve ağlatıyorsan da bu senin dikenindir sevgili gül kokulu dostum. Gülü sevenin dikenine katlanmak zorunda olduğu bir dünyada yaşıyor olsaydık hiç ayrılmazdık. Ama bu gezegende kimse kimseye katlanmak veya alışmak zorunda değil. Her şeyin çok doğru, çok güzel, tutkunun çikolatası gibi akışkan, Nebahat Çehre’nin hiç yaşlanmadığı gibi kimsenin yaşlanmadığı bir harikalar diyarında yaşamadığımız sürece, gerçek şu ki: Maalesef biz diye bir şeyin olabilmesi fevkaladenin fevki kadar imkânsız bir oluşum. Ama seni seviyorum. Hep seviyorum. Ve sen hep bunu bilerek yaşamak zorunda kalacaksın.

- 15 Kasım 2011, 21.18 -

Zaman ışık hızıyla geçerken, son zamanlarda neler yaptığına bir göz atıyorsun. hani hollywood filmi playboyları söyler ya 'move on' diye, bir insan olarak sürekli devam etmeye çalışmak gibi bir özelliğimiz var. insan olmayanlar için burada görülecek bir şey yok diyebilirim zaten. sürekli olarak artık ilerleyerek belli başlı - bunlar seni rahatsız eden, mutsuz eden, bazen gereğinden fazla mutlu eden, ızdırap sıçtıran, kimi zaman da toplum tarafından ahlaksızlık olarak tanımlanabilen - şeyleri gözün göremeyeceği kadar geride bırakmaya çalışmak çabasıdır. ama bu çaba yersiz bir çabadır. zamanla olur, her şeyin ilacı zamandır diyemicem. bana kalırsa her şeyin ilacı makarnadır. fakat ilaç kullanımına her zaman dikkat etmekte fayda var, ne ara 84 kiloya çıktığını anlayamadan, annenin bile "mohini" dediği şekil kaybına uğramış bir canlıya dönüşüveriyorsun. 

devam etmeye çalışırken insanlıktan çıkmak;

- teselliyi içkide aramak... Yıldız Tilbe'nin "ben düşerken yükseklerden uçurumlara, aşkın tuttu ellerimden ummadığım anda" adlı şarkı sözlerini noterden yardım alarak "ben düşerken bar merdivenlerinden aşşalara, kafam kadar memesi olan güvenlikler tuttu ellerimden tam umduğum anda" olarak değiştirmeyi planlar hale gelirsiniz ki bu hiç içinde bulunulmak istenen bir durum değildir.

-teselliyi bir kukuda aramak... Bu en sevdiğim, yapılan en yaygın hatadır. karşınızdaki için üzülürken, sizi ne kadar çirkin pozisyonlara soktuğunu görürsünüz. içinizdeki sevginin yerini kafa karışıklığı alır. sonra siz daha ne olduğunu anlamadan o kuku senin bu kuku senin seken bir sevdiceğiniz olduğunu fark edersiniz. o zaman bu işi bırakmanın zamanı geldiğini anlarsınız. hukuken bağlayıcılığı olan kukuların önünde eğiliyorum burada... ve tabiki akıllı kadınların.

-teselliyi işte aramak... Götünüze motor takılmış gibi çalışırsınız. ayın çalışanı seçilmeniz an meselesidir. işler bitince napıcağını şaşırıp tüm dolapları döker düzenler, tüm dosyaları elden geçirir daha da detaylandırırsın. sonra o kadar çok detaylandırırsın ki kendi detaylarında kaybolur ne yaptığını bilemez hale gelirsin. o sırada inanılmaz ama gerçek şekilde seni kurtaracak olan patronun odaya girer ve seni o işten kurtaracak daha kabus bir iş verir ve hayatında belki ilk kez buna sevinir, işine gömülürsün.

-teselliyi gencebay'da aramak... yeri gelir henüz 3 yaşında bir kardeşim var seni ondan bile kıskanıyorum dersin, yeri gelir ben de özledim ben de resmin var şuan elimde diye böğürürsün ağlaya zırla. bu dönemi atlatmanın en iyi yolu kendine acımayı bırakıp bir sonraki seviyeye ulaşmaktır. 

-teselliyi dımtıs yaparken, dans ederek aramak... durum bellidir. akli dengen önde, sen arkada koşarsın. ne kadar yorulsan da uyuyamazsın. düşünmemek için ne kadar meşgul etsen kendini o kadar enerji dolarsın. Allah yürü ya kulum demiştir sana, sen neden şu an diyor lan, kaç kere yalvardık oralı olmadı diye düşünürsün ama boştur. o yürü demiştir bir kere. gidilmedik park, bahçe, bar, pub, tisko, club bırakılmaz.

-teselliyi evlendirme programlarında aramak... ara tara tırım tırıs yok!

-sürecin son ayağı ise : teselli aramayı bırakmak. 

daha sabırlı, daha sağlıklı görünen içten yanmalı bir manyak olup çıkmışsındır. senden daha güçlü insanlar ulan insan evladı dediğin bu hale gelir mi der senin için. bu tür durumları senden daha boktan geçirenler, yol göstermeye çalışırlar ama bilirler ki o yol yol değildir. ne zaman ki dönüp topukların götüne vura vura ışığa doğru koşarsın o zaman kurtulursun. onca uğraştan sonra, sırf "devam etmek zorunda" hissettiğin için o kadar yorulmuşsundur ki o ışığa koşacak, bırak onu yürüyecek yerlerin ağrıyordur şimdi. oturur ışığın sana gelmesini beklersin. 

onca zaman gerçek fotoşopla düzeltilemicek kadar çirkin diye kendini perperişan ettikten, devam edicem her şeyi geride bırakıcam diye kendine etmediğini bırakmadıktan, işin aslı şu ki içinde bulunduğun duruma seni düşüren kişinin bile sana yapmadığı her türlü kötülüğü bizzat kendi kendine yaptıktan sonra devrelerin yanar. 

ve son durum işte budur.


14 Kasım 2011 Pazartesi

duygusalım ama aura bende.

bazı insanları yıllar sonra görürsün, sanki hiç ayrılmamış gibi bıraktığın yerden devam edersin. aynı sohbetler, aynı gülümsemeler, aynı kahkahalar, aynı bakışlar, aynı anlayış ve algılarla, aynı mutlulukları yerli yerinde bulursun. o insanlar önemli insanlardır senin için. ne kadar zaman geçtiği önemli değildir. ne kadar çok şeyin değişmiş olduğu, o arada neler kaybettiğin önemli değildir. kazandıklarının sende bıraktığı etki önemli değildir. olmuş olduğun o yeni sen önemsizdir. bilirler sen yine oralarda bir yerlerde saklanmış, birinin seni saklandığın yerden çıkarmasını bekliyorsundur ve bu insanlar odaya girdikleri anda seni yıllardır saklandığın o yerden çıkarıverirler. her zaman kayıplarını ve boşluklarını doldururlar, çoğunlukla sizi tamamlarlar.

kendini bulunduğun her yerde garip hisseden biri olman önemsizdir. her yerde eğreti durabilirsin ama onların yanında durum daha farklıdır. onların yanındayken kendini garip hissetmezsin. onların yanında kendini evinde hissedersin. bindiğin otobüs ulustan geçip kızılaya geldiğinde hissedersin ya... artık daha güvendesindir, bildiğin bir yerdesindir, alıştığın bir ortamdasındır, o kadar da alakasız değilsindir olduğun yere. aynen öyle işte. onların yanında kendini evinde hissedersin. sükuneti hissettirirler.

bazen de bir süre önce kendini evinde hissettiğin ve hatta evinde olduğundan emin olduğun insanlar vardır. onları yıllar sonra görürsün. bazen yıllanmasına gerek bile yoktur. bir süre sonra tekrar gördüğünde artık evinde hissetmekten çok uzakta bir yerdesindir. anlarsın ki evin yanmıştır, yanarken o ihtişamı ve gücü de alevlere birlikte kaybetmiş ve sonunda da yıkılmıştır. eskiden gördüğün o evin, o huzurun, mutluluğun yerinde ayakta dikilen bir yabancı duruyordur şimdi. bir zamanlar evinde olduğun hissi veren o yabancının şimdi üst üste konmuş bambulardan bir farkı yoktur. en ufak bir rüzgarla darmaduman olacağı en başından belliymiş dersin ama kalbinde oturan o 3 fili kaldıramazsın yerinden. nefes almak için güvende hissettiğin bir yere ihtiyacın vardır ve görürsün ki öyle bir yer bir zamanlar vardıysa da - ki şaibeli - artık yoktur.

konuşmaktan asla bıkmadığın, konuşacak şeyler konusunda da sıkıntı çekmediğin o insanın yanında şimdi bomboş oturursun. içi boş bir samimiyet, içi boş bir sen. artık gergin bile olmayan huzursuz bir sakinlikle oturursun orada öylece. anlarsın, diken üstünde olduğun yer evin değildir.

bazı insanları kaybetmekten korkmazsın hiçbir zaman. böyle bir şey düşünmene gerek yoktur. mideni hiçbir zaman acıtmazlar. eve geç kalmış, her an annen arayabilir korkusuyla eşdeğer olan karın ağrısını sana hiç yaşatmazlar. onlar için b planı yapmazsın. a planı olan hayatında seni yarı yolda bırakmayacaklarını, hayal kırıklığına uğratmayacaklarını bilirsin. eminsindir. emin ellerdesindir. orada battaniyeni burnuna kadar çekmeden de uyuyabilirsin. evinde hissedersin ama evimdeyim diye düşünüp sevinmezsin. ait olma, bunun için de sevinç duymaya ihtiyacın yoktur. bu yüzden aklına gelmez işte. dedim ya aitsindir bu kez, çoğu kez yanından bile geçememişken.

bunun yanında bir de hem çok sevdiğin hem de kaybetmekten korktuğun insanlar vardır. için titrer düşününce. başı kesilmiş tavuk gibi amaçsız hareket etmeye başlarsın onsuz hayatı düşününce bile. eğer bir gün bu olursa ne yapacağını düşünürsün her zaman için. mecbursundur, bir b planın vardır her zaman. acı veren bir gerçeklik saplanır beynine... sonunda idrak edersin. zorla. hiç istemeyerek. b planı yapmak zorunda hissettiğin yer, evin değildir.

1 Kasım 2011 Salı

gözümde bokum kadar değerin yok diyen salak, bok değerli bir şeydir.

sürekli aklımda bir şeyler var. yok etmek amacıyla kumandayı alıp kanalı değiştirdikçe, her yeni kanalda daha korkunç görüntülerle beliriyorlar tam karşımda. sonra bir anda puf diye kayboluyor. hatırlayıp ne olduklarını, içimden çıkarıp atmaya çalıştığımda da kayboluyor zalimce. hani bağırsaklarında hareketlenme olduğunu hisseder tuvalete gider, keyifle oturursun ve o an birkaç saniye sonra yapmayı planlamış olduğun o kaka yok olur ya, aynen öyle. her içimden çıkarıp atmaya karar verdiğimde bir şeyler yok oluyor ve yine bomboş kalıyorum.

ablam sürekli olarak boşaltım sistemi ile ilgili görüş bildirmemden şikayetçi. onu anlayabiliyorum. sürekli bu konuyla ilgili o görüş bildirse ben de ondan şikayetçi olurdum ama onun minik bir kıçı, minik bir midesi var. ve sanıyorum ki uzun bağırsağı bile kısa. ahu tuğba osurur, ablam osurmaz. o derece kibardır yani. ben gerçekten her şeyin boşaltım sistemi ile bir bağlantısı olduğuna inanıyorum. içinden atamadığın dert bir yapamadığın gaz gibi rahatsızlık vermez, bir kabız insana oturmuş "adı lazım değil" gibi içine cuk diye oturmaz mı? oturur. az önce midesine yumruk yemiş gibi hissedenler beni anlarlar. haydi şimdi tuvalete koş corç...

bağlantı şu şekilde de kurulabilir mesela; tuvalete gittin, oturdun, tüm gün iş yerinde olanları düşündün. teker teker içinde kurarsın. tamam demek yerine bızzzt erenköy deseydim, muhasebeciye de cııızzt bakırköy yapsaydım. bilgi işleme de çelik ayna yapsaydım derken derken bir bakarsın işin bitmiş, arkanda 3 parça keçi boku bırakmışsın. bu mudur lan? bu mudur seni bu kadar rahatsız eden? evet budur. sinek küçüktür ama mide bulandırır. vızıldar, uyutmaz, kanını emer, kaşındırır, cinnet geçirip çığlık atmak, kitle katliamı başlatmak isteğini getirir. iş yeri de böyle değil midir? aynen o sizi mutsuz eden 3 parçalık keçi boku gibidir. küçük ama mide bulandıran sinek gibidir. patronun küçüktür ama mideni bulandırır. dırdır eder, vızıldar, kanını emer buna rağmen vızırdamaya devam eder... ve evet sonunda seni isyanın kıyılarına sürükler. her şeyin açıklaması boşaltım sisteminden geçmiyor ise bu nedir güzel kardeşim?

veya şunu düşünebilirsiniz. hani derler ya öldürmez süründürür diye. misal ishal oldun. günün tuvalette geçiyor. gün görmez sultan olmuşsunuzdur. içinizde sürekli hareket eden, sizi rahatsız eden, şüphe gibi ama şüphe desen şüphe değil, gerçek desen gerçek kadar rahatsız edici de değil bir şeyler dolanıp durur. tam başına geleni kavradığını zannettiğin an tekrar tuvalete koşman gerekir ve tüm dikkatin dağılır. başına geleni tam anlamaya başlamışken dağılan dikkatinle tüm keşfin ankaranın kanalizasyon kuyularına gömülmüştür. aldıtılıyor muyum lan ben sorusunun cevabını bulmaya çalışma aşamasına benzer bu ishal olma durumu. içinde bir şeyler kıpırdanır ama tam olarak ne olduğunu bilemezsin, buna neyin neden olduğunu tam kavrayamazsın. minik bir şüphe içerlerde cirit atarken, arkasında bir takım gerçekler onu gözlemler. daha sonra vakit geçtikçe şüpheler hızlanır ve gerçekleri tenhada kıstırmaya yemin etmişcesine kovalamaya başlamıştır. yavaş yavaş o karanlık tünelin sonundaki aydınlığı görmeye başlarsın. o sırada anlamazsın ama aydınlık seni ne kadar ferahlatacak olsa da bu karanlık tünel olayı bomboktur. nerdeyim lan ben? herkes nerde? var ya şuradan bir tacizci çıksın vallaha oynamam lan ben bu oyunu, ne işler dönüyor ulan bu tünelde diye heyecan yaparsın. korkar ama çaktırmazsın. bu işin sonunda başıma bir iş gelecek ama hiç de hayırlı bir işe benzemiyor lan dersin. ama kondurmamaya çalışırsın. (alnımı gösteriyorum şuan) burda ne yazılıysa o der geçersin. sonra sonra aydınlığa yaklaştıkça zihninde bir şeyler yerli yerine oturmaya başlar, biraz biraz anlamaya başlarsın. ulan sen düpedüz aldatıl... o sırada ishal yine iş başındadır. dikkatini dağıtır, tuvalete koşarsın. ve işte aydınlığa kavuşmuşsundur. tam aldıtıldığını anladığında bir şeyler dikkatini dağıtmıştır, ne olduğunu anlayamadan cinnet geçirip bütün bu mevzuları arkanda bırakmışsındır, her şey çok çabuk olmuştur ve odanda bok suratınla nemrut nemrut oturuyorsundur. aynen ishal gibi. her şey çok çabuk olur. o feraha kavuşursun sen ama nasıl kavuştuğunu bir sen bir de tuvalet bilir ki burdan gerisini paylaştığımda ablam bile rahatsız olduğuna göre herkes olabilir sanıyorum.

ne demiştim. evet. öldürmez süründürür. boşaltım sistemi de canı isterse hayat gibi seni öldürmez süründürür de süründürür. bu senaryonun tam tersi vardır bir de. iş yerindesindir. senin haricinde herkes toplantıya çağırılmıştır. neden çağırılmadığını sormayı gururuna yediremezsin. aslında orada olmak istemiyormuş, o yüzden de durumundan ötürü çok mutluymuş gibi davranırsın. ama içten içe o toplantıya giremedin ya batsın bu dünyadır. neler dönüyo ulan bu ofiste? arkamdan iş çeviriyosunuz dimi? yemin edin bişi yapmıyosunuz dimi? ifadeleriyle etrafınıza bakınır durursunuz. toplantı biter, herkes yerlerine oturur. kimse neler konuşulduğundan bahsetmez, senle konuşmaz, saçma bir sessizlik, uyuz bir gerginlik hakimdir ortama. midenizde bir yumruk hissedersiniz. karnınız mı ağrıyor, yoksa o hissettiğiniz boktanlık bulanan bir midenin marifeti midir? ayırt edemezsiniz. adeta kabız gibisinizdir. evet kabızlık bu olayın sözlük anlamıdır. ulan o içerlerde bir şeyler oluyor ama noluyorsa çabuk olsun bitsin, yiter nefes alamıyorum yaaa durumudur. toplantı odasında konuşulanlar yani içeride olanlar, aslında içinize yerleşmiş ve çıkmayı reddeden o şeyi anlatıyor burda. anlayanlar anlamayanlara yarım yamalak, yanlış yunluş aktarmasın diye açıklığa kavuşturmak istedim. içinizden o sıkıntı çıksa da bir rahatlasanız istersiniz. ne çıkarsa çıksın, isterse içinizden bir cinaver* çıksın ama sizi rahat bıraksın durumudur bu aslında. ulan kovuyosanız kovun, canımı mı alacaksınız lan? en fazla napabilirsiniz? kovun lan. kovun. kov beni laaaaan kov beniiiğğğ diye cinnet geçirmekle eş değer bir sıkıntıdır. kovulsanız da kovulmasanız da o toplantıda neler olduğunu öğrendiğinizde rahatlarsınız, aynen sonunda kakanızı yapabildiğinizde rahatladığınız gibi. rahatsızlık verici bir süreçtir ama sonu rahatlıktır. buruk da olsa zorlu da olsa.

aslında işin gerçeği şu ki sevgili okurlarım, her günüm bir boşaltım sisteminin sonuçlarını andırıyor. bok gibi bir günü, ondan daha boktan ve kabız bir gün takip ediyor. magandaya can veren yüce rabbim öldürmüyor süründürüyor her gün her gün.

13 Ekim 2011 Perşembe

doğayı koruyalım lütfen sertapcığım...


Eğer kadere hüznü, perişanı ben yazsaydım;
bunu da kendimi bilmezce dile getiriyor olsaydım aynen şu şekilde:

Ben yazdım kadere hüznü, perişanı
Sonu gelmez yinede bitemez ümitler
Ama yoksa bahçemin eski şanı
Sebebi koparılan çiçekler

Ben yazdım ulan diye başladığım bir cümleyi "ama" ile devam ettirmemeye büyük özen gösterirdim. nerede o kendini bilmez gürleme ve cahil cesareti şimdi?

Koskoca Sertap Erener kalksın kadere hüznü, perişanı ben yazdım diye bas bas bağırsın, ondan sonra "ama" yoksa bahçemin eski şanı sebebi koparılan çiçekler desin. 

oldu mu şimdi annem?

Kalkmış kadere meydan okuyosun seni yazı tahtası gibi kullandım ben ulan elimin kiri kader diyorsun, ondan sonra da gelip bana 3-5 tane boynunu bükmüş orkideyle, bir avuç karanfilin lafını yapıyorsun. bende o toplar olsa büyük dağların yaratılmasına yardım ettim, küçük dağları bizzat ben yarattım, ovaları da osurarak yaptım şeklinde bir forsum olsa tüm çiçeklerin kafası kopsa, dımdızlak kalsa bahçem, kel kalsa tüm çiçeklerim...kelimi öp annem derim.

işin aslı senden de aynını yapmanı beklerdim be Sertap Erener...

Senin yüzünden burda ben kadere hayal kırıklığını ve boş işlerle uğraşmanın verdiği bitkinliği yazdım. Kayıtlara geçsin lütfen. Bu da mı gol değil hakim bey?

8 Ekim 2011 Cumartesi

o minik kayığı şimdi ara tara tırım tırıs yok.

bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı. o da bendim. asgari ücretle çalışıyor, çok güzel işler yapıyordum. bir şeyler öğreniyordum. mütevazi hayallerim o zaman da yoktu. çalışıyordum. seviliyordum. kendimi seviyordum. sen beni seviyordun. iş yerimdekiler beni seviyordu. annem beni naparsam yapayım sever, o da beni seviyordu. en çok da ben kendime tahammül edebiliyordum bir nebze o zamanlar. o zamanları özlüyorum.

sonra fakir olmayan ama hala içgüveysinden gurur öğrenmiş, hallice bir genç vardı. o kim tanımıyorum hiç ama daha çok para kazanan bir ben vardı oralarda bir yerlerde. ruhumu şeytana satmadıysam da meğilim yok değildi. daha çok para kazanırken de hayallerim vardı. hayallerim o zaman da mütevazi değillerdi. işyerimdekiler beni seviyor taklidi yapıyordu, sen beni artık sevmiyordun, annem naparsam yapayım beni sever, o beni yine seviyordu. ben kendime uzundur katlanamaz olmuştum. şeytan beni sevsin de ruhumu tamamen alsın diye bekliyordum.

bir süredir bekleyen bir öksüz bir yetim vardı. ruhunu satmasına ramak kalmış, yenisini almak için epeydir para biriktiren, bu seferkinin bir şeyleri değiştireceğine inanmaya çalışan, yeni inanç sistemleri geliştirmeye odaklı, gelişime başlamışken ulan kas da mı yapsaydım çok mu seksi olurdum ki diye düşünmeden de edemeyen bir ben vardı gene. bir ben ki o "atsan atılmaz, satsan atılmaz" bir hal almış. kendi içinde gelmeli gitmeli oturaklı getirgeçli anlar yaşayan bir hallerde. bekledim bekledim geçsin diye geçmedi. satmaya çalıştım şeytan bile almadı. yenisini almaya param yetmedi. sonuçta yine ben madurdum, yine ben öksüz ben yetimdim.

orta doğu'nun ortasında seni bekledim. sen beni öpersen belki de ben fransız olurum, biz paris'e filan taşınırız dedim. orta doğu serüvenim son bulur. kurtulurum buralardan, beklemekten diye düşündüm. pahalı şaraplar içer, anlamadığım tabloları anlamış taklidi yapar, konserve kutudan yapılmış sanatlara gönül verir, mutluluğu yeni ve bakımlı sokaklarda estetikli memelerimle ararım diye hayaller kurdum. eskiden bir mutlu oldum diye yine olurum havaların girdim. şimdi bakıyorum o eski zamanı, anıları, seni, beni - özellikle de o zamanki beni - ara tara tırım tırıs yok. yok lan. yok oldu. yok. aslında hiç yoğdu. biz hiç olmadık. fak yu lan aaayt diye halk konserlerinde bağırmak, müslüm gürsese sarılıp ağlamak, süpermenle cehenneme gitmek istiyorum. rep yaparken bir yandan da silahımla havaya ateş atmak akabinde de heyecanlanıp halay çekmek istiyorum. neler neler istiyorum da, istediklerimi şimdi ara ki bulasın.

ancak olaya dışarıdan bakınca anlıyorsun. Gorgias - kalbimin tek hakimi - hep haklıymış. Arasam da bulamazmışım, bulsam da mutlu olamazmışım, olsam da uzun sürmezmiş, sürse de sakız gibi uzar can sıkarmış, can sıksa da ... evet bu da anafikir zaten. sonuçta neyi ararsam, neyi bulursam ya da bulamazsam hepsi bir yerden sonra canımı sıkacakmış. paris'e de taşınsam suudi arabistan'ın çöllerinde ağzıma burnuma kum kaçıcakmış. ne kadar uzağa kaçarsam o kadar kovalayacak, ne kadar uğraşırsam o kadar hızlanacak bir lanet olan bu beynimle, senden bir şey istiyorum. bana bu işkencenin bitmesine çok az kaldığını söylemeni ve beni inandırmanı istiyorum. inandıramıyorsan bile beni kendimi kandırabilecek kıvama getirebilmeni istiyorum. ben kendimi biliyorum nazlı yarim... ben yine bu yaranın kabuğunu koparıp yerim bir acıktığımda. üstünü de kahkalarımla kapatırım, kapandığı kadarıyla.

24 Eylül 2011 Cumartesi

bana bir kiralık katil lazım, o da bu ara lazım.

beni birazcık tanıyan herkes bilir, azıcık takıntılı bir insanımdır. belki benim gibilere takıntılı denmez ama kafayı taktığım çok fazla şey vardır. bazen iş yerindeki camı açık unutup geldiğimde bütün gece uyuyamam. ya bütün gece yağmur yağarsa, ya odama su dolarsa, ya o su bilgisayarı tahrip ederse, ya gelecekteki 5 maaşım kafadan giderse, ya onlar da beni tahrip ederse... camdan bakarım yağmur olmaz, hava güzeldir. ama bizim iş yerimiz yüksektedir, hep eser, hep üşütür, pekala şu an orada yağmur da yağıyor olabilir. hadi bakalım sabaha kadar otur işe gitmeyi bekle...kim bilir güvenlik sokacak olsa belki gecenin köründe de gidebilirdim. gitmedim. neyse ki.

sıklıkla belgesel izlerim. en sevdiklerim istifçilerle ilgili olanlar. hayatlarındaki her önemli "an"ın saklanmaya değer olduğuna inanan, bunu nasıl yapabileceklerinden bir türlü emin olamayan, 'onlar senin her zaman aklında, kalbinde olacak' diyen insanların hiçbir boktan haberi olmadığına inanan, o güzel her dakikayı elle tutulur, gözle görülür kılmaya çalışan, bazen biraz fazla uğraşıp sahip olduğu bütün o güzel anları, anıları pisliğin içine gömen, aynen benim gibi insanlar. o insanları çok iyi anlayabiliyor olmak beni rahatsız ediyor. "bunu atmalısın, eğer o kadar önemli bir şey olsaydı üzerinde 1 metre uzunluğunda başka eşyalar duruyor olmazdı, böyle tozlu, acınası, zavallı bir halde olmazdı...demek ki o kadar da önemli değilmiş" diyen o doktoru öldürmek istediklerini gözlerinde gördüğümde, ben o insanları çok iyi anlıyorum. doktorun hiç anlamıyor olması apayrı bir can sıkıntısıyken; ne kadar anlatırsan anlat karşında senin pis ve kafayı yemiş bir organizma olduğuna inanan bir canlı varken, ona o "plastik bardak" konusunda ne kadar haklı bir isyan halinde olduğunu anlatabilmenin hiç imkanı olmadığını görmenin verdiği can sıkıntısı da bir başka can sıkıntısı olur insana. tabi içlerinde benim de anlayamadığım çok enteresan insanlar oluyorlar ama onların kendilerini çok iyi anladıklarından eminim. belgeseli izlerken bir tabak havuç ve peçete getiren annemin o "an"a kattığı güzelliğe kayıtsız kalamayıp üzeri turunculaşmış peçeteyi hemen bir defterimin arasına iliştiriyorum. işte şimdi oldu annecik diyorum içimden ve izlemeye devam ediyorum.

aynı şarkılara, aynı şarkı sözlerine, aynı filmlere, aynı film repliklerine, aynı kitaplara, aynı cümlelerin altını 19 farklı kalemle çizecek kadar takılmış olmalara, aynı insanlara, aynı dostlara, aynı düşmanlara, aynı yollara, aynı ağaçlara, aynı aşklara, aynı salaklıklar ve aynı hatalara, aynı doyumsuzluklara, aynı tıkanıklıklara, aynı hazımsızlıklara, aynı sonsuzluklara, aynı bitişlere, aynı başlangıçlara, aynı çıkmazlara, aynı oyuncaklara, benzer ayakkabılara, aynı alışkanlıklara, aynı uyumsuzluklara, aynı sevgilere, aynı nefretlere, aynı inanmalara, aynı güvensizliklere, aynı problemlere, aynı mutlukluklara ve mutsuzluklara olan sürekli geri dönüşüm insanlara şaşırtıcı gelebiliyor olsa da bana çok olağan geliyor.

sıçtığım kaptan yemek yemesem de, o kabı saklamaya çalışmasam da, içimde kocaman boşluklara sakladığım kocaman güzelliklerim, hatalarım, haksızlıklarım, yenilgilerim ve mutluluklarım var. hepsini sakladığım o yerden kusmaya çalışsam da etrafta kusmuğumu saklamaya çalışacak istifçilerin olması beni ürküttüğünden boğazıma kadar dolu, baston yutmuş gibi dolanıyorum ortalarda. egom bir iğneyle sönmese de, birinin beni bir iğneyle söndürüp yok etmesini heyecanla bekliyorum. bekliyorum ama kimse benim düğmeme basmıyor sistir. biri de benim düğmeme bassın istiyorum. neden bir tek benim düğmem yanıp sönmüyor, neden kimse benim düğmeme basmıyor bilmek de istemiyorum ama artık biri damarıma değil de düğmeme bassın istiyorum.

13 Eylül 2011 Salı

bu benim aslıma rücu edişim

sabah uyandım, giyindim, evimden çıktım. en sevdiğim şey sabahları güllü gibi sakız çiğnemek, dolmuşta kibariye gibi kavga etmektir. sabah etkinliklerimin ilk ayağı için canımdan çok sevdiğim mahalle bakkalımıza daldım. ooooo dedi elimi sıktı -2 kardeşler, bu kardeşi epeydir görmüyordum- nerelerdesin yahu kocaman oldun dedi. üstüme iyilik sağlık mini mini ve genç ve harikayım dedim. her neyse sadede geleyim. sen çocukken hep sinema dergisi alırdın. artık hiç almıyor musun? dedi. hayır dedim. okumuyor muydun sen? dedi. evet sinema okudum dedim. niye artık almıyorsun o zaman dedi. sabah sabah ahiret sorularıyla 'gülüm benim' canımı sıkarken, 1-2 saniye düşündüm. artık marketing türkiye alıyorum diye kendimi savunmaya çalıştım. sonra söylediğim şeyi duyunca öyle bir hayal kırıklığına uğradım ki sayın okuyucular, oracıkta kalbim kırıldı. ve artık sabah aktivitelerimin 2.si olan dolmuşta kibariyelik yapma zamanı kesinlikle gelmişti...

anneden gizli gece geç saatte tv izlemeler, denizatı kasetçisine gidip film isimlerini not alıp gazetenin tv rehberinde her allahın günü kontrol etmeler, sevdiğim filmler olduğunda kendi kendime giyinip süslenip hazırlanıp -onlar da bizi görecek mi sorusuna cevap niteliğinde- film izlemelerim. her akşam hayal kurmalarım, çekeceğim filmleri kıyafetlerine, müziklerine, senaryosuna, dekoruna, gelecekte kullanacağım oyuncularına kadar seçmelerim. tipi çok uyuyor, gelecekte ya arkadaşlığımız biter de filmimde oynamazsa diye kimisiyle yapmacık arkadaşlık ilişkilerini geliştirmelerim. hepsi bomboş hayallerin, bomboş çabalarıymış. o bomboş hayallerin bomboş kahramanıymışım ben de.

göt olmanın dayanılmaz hafifliğiyle canımdan çok sevdiğim bakkaldan çıktım, dolmuşa yürürken üzgün ama madur olan ben gitmiş yerine yine cazgır ve madur ben gelmişti. merhaba çirkef, merhaba dostum. eğer birlik olursak belki bir gün dünyayı ele geçirebiliriz diyerek her şeyi boşverip işe geç kalmamak için dolmuşa doğru yürüdüm. canımdan çok sevdiğim çekirdekçimize ve milli piyangocumuza el sallayarak karşıya geçtim. geçit törenlerinin adamı olmam gerekirken ben hala işe yetişicem diye yeşili bekleyip karşıdan karşıya geçiyorum. kahpe kader diye buna diyoruz sevgili okurlarım.

büyük bir yıldız olmaya çalışırken, yalan olup kayan yıldızlardan daha üzücü bir şey varsa; o da düşmekten korktuğu için adım atamayıp boktan hayatının boktan piyonu olan hayal kırıklığının sözcük karşılığı olan insandır. o halde madurum, o halde gururluyum. iyi günler dilerim, iyi gün geçirebileniniz varsa. ama zaten iyi gün geçiremeyenler için denir "iyi günler" sanırım. her neyse. geçirenler geçiremeyenlere geçirtsin. çüüz.

10 Eylül 2011 Cumartesi

hayatlarımızdaki deve dikenleri üzerine

birinin hayatına girip tahribat yaratmaktan daha güzel bir şey varsa o da girdiğin hızla geri çıkmaktır. felsefeniz buysa arkadaşlığımızı tekrar değerlendirmeye alabiliriz.

her insanın hayatında şöyle bir durum olmuştur sanıyorum:

- çocuk hayatına girer, çocuk küçüktür, çocuk önemsenmez, çocuk minikken senin gözünde kocaman olan bir başkası vardır, kocaman adam küçülür çocuk büyür, nasıl olduğunu siz daha anlayamadan çocuk kocaman olur, çocuk gelmiştir, çocuk görmüştür, vakit artık bu çocuk için gitme vaktidir.

her çocuk girdiği hayatı tanımaya başlar. kendini buna göre tanımlamaya başlar. parçaları birleştirmeye başlar. hayatın merkezine kurulmaya başlar. pençelerini geçirdikten sonra da baş tacı edilmeye başlar. çocuk bundan sonra defolup gitmeye karar veriyorsa, havuz 3 saatte dolarken bir süre sonra benim sabrım 3 saniye içinde taşıyorsa, sevgili madur dostlarım siz söyleyin bu çocuğun derdi nedir?

tanınmak ve tanımlanmak sizin için boş bir havuz anlamına geliyorsa, neden kaynakçı gözlükleriniz, yeni saçlarınız, kalıbına uyduramadığınız bir siz olmaz olmuş bir kombinasyon olsun ki? büyük gözlükler, gadget kolları, şık bir trençkot ile tanınmamaya çalışıyorsanız sizi kim suçlayabilir? biliyorum acınız büyük.

bir karikatürde gördüğüm kadarıyla kişileri tanımlamak için özelliklerini bilmek ve uğurlu taşlarını saptamak yeterli oluyor. arkadaşım lucy* gibi ben de her okuduğuma, duyduğuma, izlediğime inanırım. bu nedenle hayatımın deve dikenlerini tanımlamaya karar verdim, bu önemli bir adım olabilir. benim için küçük, hayatım için büyük, yıllar sonra beni kaçırma gafletinde bulunacak uzaylılar içinse muazzam bir adım.

ablam aka sistir
özelliği: eğlenmesi
uğurlu taşı: duruma göre bira mayası / disko topu

annem
özelliği: evhamlı olması
uğurlu taşı: felsefe taşı

babam
özelliği: bodruma kaçması
uğurlu taşı: topuk taşı

eski sevgilim aka çocuk
özelliği: eski sevgilim olması
uğurlu taşı: odun

yeni kız aka next
özelliği: ben olmaması
uğurlu taşı: eksantrik dişlisi

ben
özelliği: madur olması
uğurlu taşı: -henüz uğur getiren bir şeye rastlanmadı-


birinin hayatına girip tahribat yaratmaktan daha güzel bir şey varsa o da girdiğin hızla geri çıkmaktır. işte bu yüzden sevgili uzaylılar; ailemi tanıdınız, hayatıma girmiş ve çıkmış olan bazı canlıları özellikleri ve uğurlu taşlarıyla gözlemlediniz, neyle karşı karşıya olduğunuzu biliyorsunuz. beni kaçırmak istiyorsanız zaten belirli kriterler yüzündendir, yani beni de tanıyor olmalısınız. bütün bunlara rağmen beni kaçırmayı planlarsanız saygı duyarım ama bana kalırsa tahribat yaratmaktansa hayatıma girmeyi planladığınız hızla bu karardan vazgeçin. uzaylı da olsa madur madurdur ve ailem madur etmeye ayarlıdır.



hayatımın tüm deve dikenleri

inanıyorum bir gün tüm güçlerini birleştirecekler ve beni yok etmeye çalışacaklar. tercihen başka galaksilere de gidebilirler(opsiyonel).

you can do it!..

6 Eylül 2011 Salı

yediğim içtiğim senin olsun bana kilo yapıyor.

insanların birbirini mutlu etmeye çalışma çabaları beni her zaman şaşırtmıştır. çok acaip şeyler yapılabilir kişileri mutlu etmek için. mesela bütün bir parka gül yaprakları serpip evlenme teklif etmiş insanlar varmış. park bahçe zaten çiçek dolu zalim adam neden gülleri parça pinçik ettin derdim ben olsam mutlu edilmeye çalışılan kişi. veya balkon önünde ellerinde gitarla şarkı söyleyen arkadaşlar vardır. aşk şarkıları mırıldanırlar, sevgi sözcükleri sıkıştırırlar her cümleye, ağızlarında gülle şarkı söylemeye çalışırlar. romantizmi çok sevmem acıktıysan akşamdan kalma karnıyarıkla cacık var indiriyim der, anın içine sıçarım ben olsam mutlu edilmeye çalışılan.

belki de bu yüzden sevgili dostlarım kimse beni mutlu etmeye çalışmıyor. insanların birbirini mutlu etmeye çalışma çabasından daha çok şaşırdığım bir şey varsa o da beni mutlu etmeye çalışmıyor olmalarıdır. tamam denizde bir sürü balık olduğunu biliyorum ama ben balık değilim. ve bence ben mutlu edilmeliyim. bunu canı gönülden söylüyorum. tutkularının tutulacak sapı kalmamış arkadaşların bana komik, kimi zaman acınası gelmesi; benim bir toplum tarafından dışlanmamı gerektirmez bana kalırsa. bana kalmadığını biliyorum ama bence bana kalmalı. 

bazen istiyorum ki ben de romantik olayım. çiçekler güller seveyim. öğle yemeğinde romantizm dolu ağız dolusu sohbetlerle şarap yudumliyim, parklarda bahçelerde canına kast edilmiş çiçekler olmasın derdim aşk olsun, tekne gezilerinde fısıldanan aşk sözcüklerini anlamış gibi yapıp gülümseyip bir öpücük kondurabileyim, ellerin soğuk mu diye elimi tutmak isteyecek insanlara elimi verip ısınsa ne güzel olurdu diyip mavi boncuk saçabileyim... ama istemek başka bir şey olmak bambaşka bir şey. öğle yemeğinde bir koca tabak makarna ve cola zero isterim sümsüklük akan bir sohbet yerine, millet romantik olsun diye başka canlıların kurban edilmesine göz yumamam, teknede bana bir şey fısıldanıyorsa gerçekçi olurum. NE DEDİĞİNİ DUYMUYORUM SESLİ KONUŞ AŞK DOLU YARİM derim. elim soğuksa başkasının terli ellerinden ziyade eldiven kullanmayı tercih ederim. 

gerçekçi olmak günümüzde hak ettiği saygıyı görmüyor sayın okurlarım. gerçekçi olmak nedir derseniz. ben bir ölünün ölü olduğuna kendim gömmeden inanmam arkadaş. gömerim ondan sonra da mezarın yanında duran zilin başında otururum 24 saat. zil çalmadıysa da, aha ölmüş bu der çeker giderim. hani istanbul'dan dönerken söyledim ya sana, ben gidiyorum diye. istanbul'un en güzel yerlerinden birine gömdüm seni, 24 saat zili çal diye bekledim ama her zamanki gibi çok geç kaldın minik yımırta. sarıyer'in eteklerinde başkalarının aşklarına gömüldün. çeyiz sandığımda cesedini bıraktım, hayatıma devam ediyorum şimdi. her zaman söylemişimdir tarihin tozlu sayfaları bana alerji yapar, yarışmaya yeni katılan arkadaşlara aldırıyorum tüm o geride bıraktığım tozları. eskiden her yer toz her yer toz iken bugün bakıyorum da her yer boş her yer boş. 

boşlukları doldurunuz... boşluklar doldurulmaya çalışılır. içinizdeki arabeskçi yerini clublarda diskolarda topuklu ayakkabılarıyla tepinen bir ayyaşa bırakmıştır. özledim teninin kokusunu özledim'den ... its now or never'lara bırakmışınızdır kendinizi. arabeskçi gün be gün ölürken, hiç tanımadığınız bir cinaver* filizlenmeye başlamıştır içinizde. "ben sana layık değilim" in yerini, ben bunlarla yetinebilecek bir insan mıyım lan? almıştır. "kendine daha iyi bir sevgili bul ve mutlu ol" un yerini ise "bak bu benim kıçım, bu da kim kardashian'ınki, bak bu da yeni sevgilim kudrettin, daha iyisini seçtim, beğendim,aldım. öyle bir ortam bizimkisi" ne bırakmıştır. sosyal paylaşımlardaki umutsuz ev kadınları suratlı fotoğrafların yerini gülmekten ağzım ha yırtıldı ha yırtılıyor a dostlar pozları almıştır. her fotoğrafda ayrı bir içki, farklı insanlar, farklı tür bir eğlence ve ortak noktasında ise eğlenceye ayarlı saplı şeker ben bulunur. sosyal paylaşım konusunda daha paylaşımcı bir döneme girilir. osursam yazarım o denli paylaşırım her şeyi çünkü im the best fuck the rest diye tirim tirim dolaşırsınız ortalarda. iletiler değişir zamanla. bir zamanlar benim sevgilimdin böğrüm yanıyor, o yanındaki sarışın bomba kim, gidişim suskun oldu dönüşüm orkestrayla olacak lan, ciğerim yandı öyle yandı ki koynumda beslediğim yılanın kuyruğu tutuştu, ben bittim okeye dönüyorum içerikli iletiler yerini çok daha hunhar iletilere bırakır. demet akalın ve ben eski sevgililerimizi şarkı sözüyle evden çıkamaz hale getirdik şimdi bebek, bodrum, paris geziyoruz. siktiğimiz önümüzde sikmediğimiz arkamızda canımıza concon oh be oh türünde iletiler yazılmaya başlanır, en gözde tatil beldelerinde selülitlerin görünmesi engellenecek şekilde fotoğraflar çekilir, yanına da beyinden yoksun bir yakışıklı alınır. hayat kime güzeldir. tabisi ben, sen, o, biz, siz ve onlara. kime değildir. eski sevgiliye. bu da bir yanılsamadır. sen içten içe saat 13.13, 22.22, 04.04'te allahım aramızda sır olarak kalsın ama eski sevgilim beni çok kıskansın sürünerek dönsün diye dualar ederken , o yeni sevgilisiyle artık senin için yasaklı bölgeler olmuş yerlerde arkadaşlarıyla cirit atıyordur. hatta belki de kırmızı benekli filmlere konu oluyordur. 

gerçekçi olmak zor bir şey sevgili okurlarım. görünmeyen adamlar tarafından görünür kılınmaya çalışmaktan çok daha zor. olmadığın bir şey olmaya çalışmaktan daha zor. öyle ki gerçekçi olmak bir yerde aynı anda hem gerçekçi olmak hem de olmadığın biri gibi olmaya çalışmaktır. mutluyken gerçekçi olunmaz. mutsuzken hem gerçekçi olursun hem de olmadığın birine dönüşmeye çalışırsın. olduğun şey seni yok etmeye baş koymuştur çünkü. hollywood filmlerindeki "DENİZALTINDA VAHŞET" konulu filmler gibidir bu durum. denizaltının kapılarını açıp yüzerek kaçamadığın gibi kendini de bir türlü terk edip topukların götüne vura vura kaçamazsın. yok edilmeyi bekler, o aralarda da bölünerek çoğalmaya çalışır belki birinden tekrar doğarım diye umut etmeye çalışırsın. umut vaad eden bir zavallı olarak başladığınız yolculuğun fakir ama gururlu bir genç olarak bitmesi dileğiyle yazımı burada sonlandırıyorum. iyi günler okurlarım. 

25 Ağustos 2011 Perşembe

22 Ağustos 2011 Pazartesi

olmuyorsa zorlamayacaksın.

adam olmaya gayret gösterip olamayanlara gidiş yolundan not vermek her ne kadar mantıklı görünse de, olmayabilir. hayatım boyunca matematik dersinden gidiş yolundan dişimlen tırnağımlan topladığım 3er 5er puanlarla geçebilmiş bir insan olsam da, her durumda gidiş yolundan toplanan puanlara bel bağlamak doğru olmayabilir. bir de dönüş puanlarının sizden çıktığı düşünülürse.

kendime notlar:

-bencil insanları, bencilliklerini sevimlilikle örtmeye çalıştıkları için suçlamamalıyım. o tatlılıkları olmasa bir boka benzemez, katiyen çekilmezler.
-seni sevmeye çalışanlara gidiş yolundan puan verme, haticeye değil neticeye bak.
-seni sevmeyip, kırmamak için iyi davranmaya çalışanlara kötü davran... o da sana gidiş yolundan puan vermeyecektir ne de olsa.
-uyarıları dikkate almanı gerektirecek bir durum olmadığı sürece uyarıları dikkate alma.
-tedbir esastır.
-asla makyajını silmeden yatma.
-dişlerini fırçalamadan hiçbir eylem gerçekleştirme.
-olmuyorsa zorlama

bazen ne kadar öpersen öp, kurbağayı prens - ne kadar uğraşır ne kadar törpülemeye çalışırsan çalış orospu çocuğunu insan yapamazsın.




19 Ağustos 2011 Cuma

ortada kuku var yandan geç

yüzyıllardır sonu gelmeyen bir çaba içerisinde insanlar birbirini anlamaya çalışıyor. bir hareketlere anlam vermeye çalışmak, konuşmalardan anlam çıkarmak, çıkardığın anlamlardan bambaşka problemler çıkarmak. bir de birbirini anlayabilmenin yolunun konuşmak olduğu konusunda çılgınca ısrarcı olan insanlar var. konuşarak problem çözecek adam gelsin. biz konuştuk, anlaştık, konuyu kapattık bir daha da açmayacağız desin ve sonra bir daha açmasın; öyle bir dünya yok!

aldatılma sorunu var mesela bin senedir. aldatanın yakalanmamaya çalışma çabaları ile aldatılanın anlamlandırmaya ve yakalamaya çalışma çabalarını bir araya getirsek Somalideki her aç çocuğu Ümit usta kıvamına getirebilirdik. onun yerine boşanma avukatları icad olundu. onların da bir işlevi var belli ki.

dışarı çıkıp birkaç damla bir şey içmeye her niyetlendiğimde, niyetimden ve enerjimden utandıran masaların yanına denk geliyorum sevgili dostum. niyet ettim dertsiz, tasasız içmeye derken yan masadaki kızları dinlemeden de duramıyorum. herkesin ağzında bir pipi, başka muhabbet yok. herkesin ağzında bir pipi derken, tabiğ lafın gelişi. en azından böyle bir şey varsa bile yemek yerken veya içerken görmek istemem. hatta herhangi başka bir aktivite esnasında da görmek istemem, hiç gerek yok. dişi masaların çevresinde dertlenip, dişi yakarışa maruz kalmak; ataerkil masalar etrafında insanlığından utanmak durumunu yaşarken sarhoş olmak konusunda hiç sıkıntı çekmiyorum sevgili bukowski.



gönül ister ki pipiler durulsun, tüm o uyarılara rağmen yüzyıllardır yaptıkları hataları yapmaya devam etmesinler. eller yukarı, pipiler aşşa, ortada kuku var yandan geç, madur etme milleti bebişim. izin ver de bu yüzyıldan alnımızın akıylan geçelim artık, aynı hatalarla çirkefe bulanmayalım. litfen. çok rica ediyorum beni sinirlendirmeyin. yanımda konuşmayın. benle konuşmayın. beni konuşmayın. arkamdan hiç konuşmayın. önümden konuşmanızı da çok istemiyorum. şimdi hepimiz sakin olup 1 dakika susalım. hadi. şimdi. şu an. an bu an. al beni lan!

gerçekler acıdır fakat ben ekşi severim.

insanoğlunun en büyük hatalarından biri gerçeği bilme arzusuna sürekli olarak yenilmesidir. aslında kimse gerçekleri bilmek istemez, sadece merak ederken daha ürkütücü senaryolar yazacağı ihtimalinden gerçekleri bilmek ister. mesela ben dünyanın yuvarlak olduğunu bilmesem de olurdu. şimdi yürürken habire düşüyorum, lan bu dünya şurda biyerde ötede beride biticek kesin çok pis düşücem diye düşünürken korkudan başım dönmeye başlıyor ve düşüyorum.

gerçek kendi içinde çok kandırıkçı bir kavram. insanın ruh haline göre değişebilen bir şey zaman zaman. bazen arkadaşların seni mutsuz etmemek için minik saptırmalar yaparlar. o çocuk senden hoşlanıyor, yoksa niye saçını çeksin? halbuki aklı başında hiçbir insan saç çekmeyi bir hoşlanma belirtisi zanneden biriyle arkadaş olmaz normal şartlarda. sizin için akli dengesini yitirerek gerçeği saptıran arkadaşlarınız olabiliyor böyle. seni aramamasının nedeni telefon numaranı kaybetmiş olması olabilir, üstüne meteor düşmüş olabilir, şu geçen uçağın kanadının vidası gevşeyip çocuğun üstüne düşmüş olabilir. niye hep en kötüsünü düşünüyorsun diyen arkadaşlarınız vardır muhakkak. o insanları sevin.

yanlışlıkla patronunuz hakkında yazdığınız dedikodu içerikli mesajı, iş arkadaşınız yerine bizzat patronun kendisine yollamış olabilirsiniz. gerçek şu ki bu durumda boku yemiş olursunuz. ama gerçek şu ki bu durumda bile optimistliğini kaybetmeyerek, belki de gelen kutusu çok dolu olduğundan gitmemiştir, patronun mide kanaması geçirip maili görmeden ölmüş olabilir veya aslında bunların hepsi bir yanılsama sen aslında yoğsun, patronun da yoğ, ben de yoğum, biz hiç olmadık diyerek teselliyi hayallerde bulabilirsiniz. gerçeğin acımasızlığını hayallerle seyreltmeye çalışır, sek içmekten kaçınabilirsiniz. ama her şekilde yuttuktan sonra burnunuzdan midenize kadar geçtiği her yeri yakacaktır. içinizde elbet belirsizlik, gerçeğin yaktığı mideden daha çok can yakar diyenleriniz çıkacaktır eminim. gerçek şu ki her insan evladı gibi hangisiyle karşılaşmadıysan, o sana daha cazip gelecektir. şöyle ki :

- düşünsene arkandan karıştırdığı onca şeyi bilmeden aptal yerine konulmaya devam da edebilirdin müzeyyen, öylesi daha mı iyi olurdu. en azından yolun başından ne bok olduğunu anladın.
veya
-bu belirsizlik seni yıpratan müzeyyen, aslında neler olup bittiğini bir bilsen, bir anlatsa kötü de olsa duydukların bu sıkıntıların geçecek hep. bütün bu sıkıntı neyle karşı karşıya olduğunu bilememenden...

her şekilde başka bir şekil olmadan işin içinden çıkamayacakmış gibi hissedebiliriz. gerçek soğuk bir yemek değildir. ama çok acıttıysa üstüne intikam denen soğuk yemekten yenebilir. gerçek acıtır mı, doğruluğu garanti midir, bana göre süt ona göre çikolata olabilecek kadar bakış açısına bağlı bir şey midir tam olarak bilemiyorum. bildiğim bir şey varsa o da

gerçeğin
çok
çirkin olduğudur.

ve gerçek şu ki bunu değiştirmeye güzel gözler, minik bir gülümseme, atılan mailler, yavru köpek bakışları, telefondaki hüzünlü ses, en azından hiç kimsenin sahip olamayacağı kadar büyük bir şekilde sevildiğin yalanları, her dakika birinin aklında olduğun uydurmaları, güzel bir yüz, güzel bir dost eli veya güzel anılar... bunların hiçbiri senin gerçekleri içine soktuğun o çirkinliği mazur kılmayacak, temizleyemeyecek. her şeyi temizlenemeyecek kadar pisliğe bulayıp, gerçekleri güzelleştirilemez hale gelene kadar çirkinleştirip ondan sorna dönülmez akşamın ufkunda dans etmek için uzattığın o elin, hamurabi kanunlarınca kesilmesi gerektiği gerçeğini örtmeye yetmeyecek.

ve gerçek şu ki sevgili dostum, bazen gerçekler fotoşopla bile düzeltilemeyecek kadar çirkindir. ve şunu söylemeden geçemeyeceğim sevgili madurlar, ben çirkini değil güzeli, acıyı değil ekşiyi severim. o yüzden beni bunlarla madur etmeyin.



yazımı toplumsal bir mesajla bitirmek istiyorum: NAH! çok beklersiniz.

18 Ağustos 2011 Perşembe

kalbimden temiz bu sayfa

kalbimden temiz bu sayfayı daha az önce açtım. ortalık kir pas içinde, her yer toz her yer toz diyerek gezmek de bir yere kadar diye düşündüm. kalbimden daha temiz tutmaya da gayret edicem, bundan sonra biriktirmicem her akşam gün içinde yapılanları tekrar edicem. gelmiş geçmiş tüm öğretmenlerim benimle gurur duyacak.

bu ilk serzenişimi her yer çöp, her yer çöp diyerek gelen, aşkımı süpüren kör olası çöpçüler hakkında yazacağım. bana kalırsa her meslek kutsaldır ancak onlarınki daha kutsal. temizlik imandan gelir dostlarım. bunu antalyadan istanbula yaptığım araba yolculuğunda anladım. 736 kilometrelik yolculuk boyunca pis kokmayan tek bir şehir, köy, kasaba, belde görmedim. kokudan camı açamadım, hep klimayı açtım, hep benzin yedi. devir tasarruf devri bebişim.

kör olası diyerek bahsetsek de gerçekten çok önemli bir iş yaptıklarını ilik ve kemiklerimde hissediyorum. aşkımı süpürmese iyiydi ama. şimdi bir de bu konuya minik bir giriş yapmak istiyorum. madur için isyan vakti : buyurun buradan yakın. ben - madur olduğu kadar nemrut - bir zamanlar aşık oldum. öyle aşık oldum ki bu sefer nur topu gibi bir bebek fışkırtır, yüzdürür, isilik olmasın diye de poposunu pudralarım dedim. o kadar değilse de şaka maka çok sevdim. günde en az 35 kere telefonla konuşup, kalan sürelerde bilgisayar başında oturarak aşkıma nam saldım. sürekli ondan bahsedip, gencebay dinledim, o da seviyor ooo oooo dinledim, romantizmimi bir sonraki seviyeye taşıyıp yemekler hazırladım. saçımı süpürge etmedimse de, kedi tüyünden rahatsız oluyor diye elektrik süpürgesi yaptım evi baştan başa. işte dostlar ölüler böyle sever ancak yaşayanlar anlamıyor aşktan, sevgiden. naptımsa olduramadım ben de en az herkes kadar. şimdi nerede bu büyük aşk derseniz istanbul sarıyer belediyesi geri dönüşüm için uygun bir materyal olduğuna karar verdi. şimdi neye dönüştürdüler bilmem, arayıp bulmaya çalışsak nerede aramamız gerekir bilmem ama bildiğim bir şey varsa dostlarım - burayı iyi okuyun romantizmimle dövücem sizi - ben o aşkı içimden koparıp attım.