az da olsa içimdeki nalet teyzeyi sustursun diye internette o web sitesi senin, bu web sitesi ninemin gezerken bir haber sitesine bakıyorum. başkasıyla evlenicem şakaları yapan kocasına önüne geçilemez bir öfke besleyen teyzenin evde yağ ve su kaynatıp kumpasını hayata geçirmek içün imam olan kocasını beklediği ve sonra adamı binbir türlü yaktığı haberini okuyorum ve içimdeki teyze "ne garip bir dünya lan" derken içimdeki hunhar "atsan atılmıyor, kaçsan kaçılmıyor kodumun dünyasından" diyor. konuyu uzatmadan televizyonu açıyorum.
camdan baktığımda dışarıda sepya'ya ayarlanmış olan havayı görüyorum. "anaaa babamın böyle çektiği fotoğraflar vardı, aynı onlar gibi güzel görünüyor ama daha iç sıkıcı" diye aklımdan geçiriyorum. beni bir miktar da olsa evcilleştirebilmesi içün kedimin yanına gidiyorum ama gitmemle bana alerji yapması bir oluyor. hapşırıklar, sümükler ve öksürüklerle taçlandırılmış şişmiş gözlerimi yatağına taşıyıp bırakıyorum. "siz burada biraz ölün, ben biraz dolanıp gelicem" diyemediğimden ki tek derdim şu sıra bunu diyip kendimi bir cami avlusuna bırakıp gidememek olduğundan kürkçü dükkanıma dönüyorum. hadi burda yığılıp azıcık ölelim.
vaktimin olduğu o kısıtlı zamanlarda durup hareketsiz kalabildiğimde aklıma gelen tek şeyin yaşıycam diye içimin börttüğü gerçeğinin dayanılmaz alışılmışlığını bir kenara bırakıp, içimdeki teyzenin "kalk kız soğan doğra" komutuyla hayatıma kaldığım yerden devam ediyorum. hayatında yalnız bir defa soğan doğradığını rahatlıkla söyleyebilecek kadar rahat ve şımarık büyütülmüş birinin içine birden çok teyzenin kaçmış olması da ancak talihsizlik veya takdiri ilahi ile açıklanabilir sanıyorum. içimden gelen "kıııız tozu almamışın ya hala gak gakkkk" sesiyle kendimi yığıldığım yerden kaldırıp, bir sonra yığılacağım dakikaya kadar sokaklara atıyorum. beni özleyin anacıııım.