24 Eylül 2011 Cumartesi

bana bir kiralık katil lazım, o da bu ara lazım.

beni birazcık tanıyan herkes bilir, azıcık takıntılı bir insanımdır. belki benim gibilere takıntılı denmez ama kafayı taktığım çok fazla şey vardır. bazen iş yerindeki camı açık unutup geldiğimde bütün gece uyuyamam. ya bütün gece yağmur yağarsa, ya odama su dolarsa, ya o su bilgisayarı tahrip ederse, ya gelecekteki 5 maaşım kafadan giderse, ya onlar da beni tahrip ederse... camdan bakarım yağmur olmaz, hava güzeldir. ama bizim iş yerimiz yüksektedir, hep eser, hep üşütür, pekala şu an orada yağmur da yağıyor olabilir. hadi bakalım sabaha kadar otur işe gitmeyi bekle...kim bilir güvenlik sokacak olsa belki gecenin köründe de gidebilirdim. gitmedim. neyse ki.

sıklıkla belgesel izlerim. en sevdiklerim istifçilerle ilgili olanlar. hayatlarındaki her önemli "an"ın saklanmaya değer olduğuna inanan, bunu nasıl yapabileceklerinden bir türlü emin olamayan, 'onlar senin her zaman aklında, kalbinde olacak' diyen insanların hiçbir boktan haberi olmadığına inanan, o güzel her dakikayı elle tutulur, gözle görülür kılmaya çalışan, bazen biraz fazla uğraşıp sahip olduğu bütün o güzel anları, anıları pisliğin içine gömen, aynen benim gibi insanlar. o insanları çok iyi anlayabiliyor olmak beni rahatsız ediyor. "bunu atmalısın, eğer o kadar önemli bir şey olsaydı üzerinde 1 metre uzunluğunda başka eşyalar duruyor olmazdı, böyle tozlu, acınası, zavallı bir halde olmazdı...demek ki o kadar da önemli değilmiş" diyen o doktoru öldürmek istediklerini gözlerinde gördüğümde, ben o insanları çok iyi anlıyorum. doktorun hiç anlamıyor olması apayrı bir can sıkıntısıyken; ne kadar anlatırsan anlat karşında senin pis ve kafayı yemiş bir organizma olduğuna inanan bir canlı varken, ona o "plastik bardak" konusunda ne kadar haklı bir isyan halinde olduğunu anlatabilmenin hiç imkanı olmadığını görmenin verdiği can sıkıntısı da bir başka can sıkıntısı olur insana. tabi içlerinde benim de anlayamadığım çok enteresan insanlar oluyorlar ama onların kendilerini çok iyi anladıklarından eminim. belgeseli izlerken bir tabak havuç ve peçete getiren annemin o "an"a kattığı güzelliğe kayıtsız kalamayıp üzeri turunculaşmış peçeteyi hemen bir defterimin arasına iliştiriyorum. işte şimdi oldu annecik diyorum içimden ve izlemeye devam ediyorum.

aynı şarkılara, aynı şarkı sözlerine, aynı filmlere, aynı film repliklerine, aynı kitaplara, aynı cümlelerin altını 19 farklı kalemle çizecek kadar takılmış olmalara, aynı insanlara, aynı dostlara, aynı düşmanlara, aynı yollara, aynı ağaçlara, aynı aşklara, aynı salaklıklar ve aynı hatalara, aynı doyumsuzluklara, aynı tıkanıklıklara, aynı hazımsızlıklara, aynı sonsuzluklara, aynı bitişlere, aynı başlangıçlara, aynı çıkmazlara, aynı oyuncaklara, benzer ayakkabılara, aynı alışkanlıklara, aynı uyumsuzluklara, aynı sevgilere, aynı nefretlere, aynı inanmalara, aynı güvensizliklere, aynı problemlere, aynı mutlukluklara ve mutsuzluklara olan sürekli geri dönüşüm insanlara şaşırtıcı gelebiliyor olsa da bana çok olağan geliyor.

sıçtığım kaptan yemek yemesem de, o kabı saklamaya çalışmasam da, içimde kocaman boşluklara sakladığım kocaman güzelliklerim, hatalarım, haksızlıklarım, yenilgilerim ve mutluluklarım var. hepsini sakladığım o yerden kusmaya çalışsam da etrafta kusmuğumu saklamaya çalışacak istifçilerin olması beni ürküttüğünden boğazıma kadar dolu, baston yutmuş gibi dolanıyorum ortalarda. egom bir iğneyle sönmese de, birinin beni bir iğneyle söndürüp yok etmesini heyecanla bekliyorum. bekliyorum ama kimse benim düğmeme basmıyor sistir. biri de benim düğmeme bassın istiyorum. neden bir tek benim düğmem yanıp sönmüyor, neden kimse benim düğmeme basmıyor bilmek de istemiyorum ama artık biri damarıma değil de düğmeme bassın istiyorum.

13 Eylül 2011 Salı

bu benim aslıma rücu edişim

sabah uyandım, giyindim, evimden çıktım. en sevdiğim şey sabahları güllü gibi sakız çiğnemek, dolmuşta kibariye gibi kavga etmektir. sabah etkinliklerimin ilk ayağı için canımdan çok sevdiğim mahalle bakkalımıza daldım. ooooo dedi elimi sıktı -2 kardeşler, bu kardeşi epeydir görmüyordum- nerelerdesin yahu kocaman oldun dedi. üstüme iyilik sağlık mini mini ve genç ve harikayım dedim. her neyse sadede geleyim. sen çocukken hep sinema dergisi alırdın. artık hiç almıyor musun? dedi. hayır dedim. okumuyor muydun sen? dedi. evet sinema okudum dedim. niye artık almıyorsun o zaman dedi. sabah sabah ahiret sorularıyla 'gülüm benim' canımı sıkarken, 1-2 saniye düşündüm. artık marketing türkiye alıyorum diye kendimi savunmaya çalıştım. sonra söylediğim şeyi duyunca öyle bir hayal kırıklığına uğradım ki sayın okuyucular, oracıkta kalbim kırıldı. ve artık sabah aktivitelerimin 2.si olan dolmuşta kibariyelik yapma zamanı kesinlikle gelmişti...

anneden gizli gece geç saatte tv izlemeler, denizatı kasetçisine gidip film isimlerini not alıp gazetenin tv rehberinde her allahın günü kontrol etmeler, sevdiğim filmler olduğunda kendi kendime giyinip süslenip hazırlanıp -onlar da bizi görecek mi sorusuna cevap niteliğinde- film izlemelerim. her akşam hayal kurmalarım, çekeceğim filmleri kıyafetlerine, müziklerine, senaryosuna, dekoruna, gelecekte kullanacağım oyuncularına kadar seçmelerim. tipi çok uyuyor, gelecekte ya arkadaşlığımız biter de filmimde oynamazsa diye kimisiyle yapmacık arkadaşlık ilişkilerini geliştirmelerim. hepsi bomboş hayallerin, bomboş çabalarıymış. o bomboş hayallerin bomboş kahramanıymışım ben de.

göt olmanın dayanılmaz hafifliğiyle canımdan çok sevdiğim bakkaldan çıktım, dolmuşa yürürken üzgün ama madur olan ben gitmiş yerine yine cazgır ve madur ben gelmişti. merhaba çirkef, merhaba dostum. eğer birlik olursak belki bir gün dünyayı ele geçirebiliriz diyerek her şeyi boşverip işe geç kalmamak için dolmuşa doğru yürüdüm. canımdan çok sevdiğim çekirdekçimize ve milli piyangocumuza el sallayarak karşıya geçtim. geçit törenlerinin adamı olmam gerekirken ben hala işe yetişicem diye yeşili bekleyip karşıdan karşıya geçiyorum. kahpe kader diye buna diyoruz sevgili okurlarım.

büyük bir yıldız olmaya çalışırken, yalan olup kayan yıldızlardan daha üzücü bir şey varsa; o da düşmekten korktuğu için adım atamayıp boktan hayatının boktan piyonu olan hayal kırıklığının sözcük karşılığı olan insandır. o halde madurum, o halde gururluyum. iyi günler dilerim, iyi gün geçirebileniniz varsa. ama zaten iyi gün geçiremeyenler için denir "iyi günler" sanırım. her neyse. geçirenler geçiremeyenlere geçirtsin. çüüz.

10 Eylül 2011 Cumartesi

hayatlarımızdaki deve dikenleri üzerine

birinin hayatına girip tahribat yaratmaktan daha güzel bir şey varsa o da girdiğin hızla geri çıkmaktır. felsefeniz buysa arkadaşlığımızı tekrar değerlendirmeye alabiliriz.

her insanın hayatında şöyle bir durum olmuştur sanıyorum:

- çocuk hayatına girer, çocuk küçüktür, çocuk önemsenmez, çocuk minikken senin gözünde kocaman olan bir başkası vardır, kocaman adam küçülür çocuk büyür, nasıl olduğunu siz daha anlayamadan çocuk kocaman olur, çocuk gelmiştir, çocuk görmüştür, vakit artık bu çocuk için gitme vaktidir.

her çocuk girdiği hayatı tanımaya başlar. kendini buna göre tanımlamaya başlar. parçaları birleştirmeye başlar. hayatın merkezine kurulmaya başlar. pençelerini geçirdikten sonra da baş tacı edilmeye başlar. çocuk bundan sonra defolup gitmeye karar veriyorsa, havuz 3 saatte dolarken bir süre sonra benim sabrım 3 saniye içinde taşıyorsa, sevgili madur dostlarım siz söyleyin bu çocuğun derdi nedir?

tanınmak ve tanımlanmak sizin için boş bir havuz anlamına geliyorsa, neden kaynakçı gözlükleriniz, yeni saçlarınız, kalıbına uyduramadığınız bir siz olmaz olmuş bir kombinasyon olsun ki? büyük gözlükler, gadget kolları, şık bir trençkot ile tanınmamaya çalışıyorsanız sizi kim suçlayabilir? biliyorum acınız büyük.

bir karikatürde gördüğüm kadarıyla kişileri tanımlamak için özelliklerini bilmek ve uğurlu taşlarını saptamak yeterli oluyor. arkadaşım lucy* gibi ben de her okuduğuma, duyduğuma, izlediğime inanırım. bu nedenle hayatımın deve dikenlerini tanımlamaya karar verdim, bu önemli bir adım olabilir. benim için küçük, hayatım için büyük, yıllar sonra beni kaçırma gafletinde bulunacak uzaylılar içinse muazzam bir adım.

ablam aka sistir
özelliği: eğlenmesi
uğurlu taşı: duruma göre bira mayası / disko topu

annem
özelliği: evhamlı olması
uğurlu taşı: felsefe taşı

babam
özelliği: bodruma kaçması
uğurlu taşı: topuk taşı

eski sevgilim aka çocuk
özelliği: eski sevgilim olması
uğurlu taşı: odun

yeni kız aka next
özelliği: ben olmaması
uğurlu taşı: eksantrik dişlisi

ben
özelliği: madur olması
uğurlu taşı: -henüz uğur getiren bir şeye rastlanmadı-


birinin hayatına girip tahribat yaratmaktan daha güzel bir şey varsa o da girdiğin hızla geri çıkmaktır. işte bu yüzden sevgili uzaylılar; ailemi tanıdınız, hayatıma girmiş ve çıkmış olan bazı canlıları özellikleri ve uğurlu taşlarıyla gözlemlediniz, neyle karşı karşıya olduğunuzu biliyorsunuz. beni kaçırmak istiyorsanız zaten belirli kriterler yüzündendir, yani beni de tanıyor olmalısınız. bütün bunlara rağmen beni kaçırmayı planlarsanız saygı duyarım ama bana kalırsa tahribat yaratmaktansa hayatıma girmeyi planladığınız hızla bu karardan vazgeçin. uzaylı da olsa madur madurdur ve ailem madur etmeye ayarlıdır.



hayatımın tüm deve dikenleri

inanıyorum bir gün tüm güçlerini birleştirecekler ve beni yok etmeye çalışacaklar. tercihen başka galaksilere de gidebilirler(opsiyonel).

you can do it!..

6 Eylül 2011 Salı

yediğim içtiğim senin olsun bana kilo yapıyor.

insanların birbirini mutlu etmeye çalışma çabaları beni her zaman şaşırtmıştır. çok acaip şeyler yapılabilir kişileri mutlu etmek için. mesela bütün bir parka gül yaprakları serpip evlenme teklif etmiş insanlar varmış. park bahçe zaten çiçek dolu zalim adam neden gülleri parça pinçik ettin derdim ben olsam mutlu edilmeye çalışılan kişi. veya balkon önünde ellerinde gitarla şarkı söyleyen arkadaşlar vardır. aşk şarkıları mırıldanırlar, sevgi sözcükleri sıkıştırırlar her cümleye, ağızlarında gülle şarkı söylemeye çalışırlar. romantizmi çok sevmem acıktıysan akşamdan kalma karnıyarıkla cacık var indiriyim der, anın içine sıçarım ben olsam mutlu edilmeye çalışılan.

belki de bu yüzden sevgili dostlarım kimse beni mutlu etmeye çalışmıyor. insanların birbirini mutlu etmeye çalışma çabasından daha çok şaşırdığım bir şey varsa o da beni mutlu etmeye çalışmıyor olmalarıdır. tamam denizde bir sürü balık olduğunu biliyorum ama ben balık değilim. ve bence ben mutlu edilmeliyim. bunu canı gönülden söylüyorum. tutkularının tutulacak sapı kalmamış arkadaşların bana komik, kimi zaman acınası gelmesi; benim bir toplum tarafından dışlanmamı gerektirmez bana kalırsa. bana kalmadığını biliyorum ama bence bana kalmalı. 

bazen istiyorum ki ben de romantik olayım. çiçekler güller seveyim. öğle yemeğinde romantizm dolu ağız dolusu sohbetlerle şarap yudumliyim, parklarda bahçelerde canına kast edilmiş çiçekler olmasın derdim aşk olsun, tekne gezilerinde fısıldanan aşk sözcüklerini anlamış gibi yapıp gülümseyip bir öpücük kondurabileyim, ellerin soğuk mu diye elimi tutmak isteyecek insanlara elimi verip ısınsa ne güzel olurdu diyip mavi boncuk saçabileyim... ama istemek başka bir şey olmak bambaşka bir şey. öğle yemeğinde bir koca tabak makarna ve cola zero isterim sümsüklük akan bir sohbet yerine, millet romantik olsun diye başka canlıların kurban edilmesine göz yumamam, teknede bana bir şey fısıldanıyorsa gerçekçi olurum. NE DEDİĞİNİ DUYMUYORUM SESLİ KONUŞ AŞK DOLU YARİM derim. elim soğuksa başkasının terli ellerinden ziyade eldiven kullanmayı tercih ederim. 

gerçekçi olmak günümüzde hak ettiği saygıyı görmüyor sayın okurlarım. gerçekçi olmak nedir derseniz. ben bir ölünün ölü olduğuna kendim gömmeden inanmam arkadaş. gömerim ondan sonra da mezarın yanında duran zilin başında otururum 24 saat. zil çalmadıysa da, aha ölmüş bu der çeker giderim. hani istanbul'dan dönerken söyledim ya sana, ben gidiyorum diye. istanbul'un en güzel yerlerinden birine gömdüm seni, 24 saat zili çal diye bekledim ama her zamanki gibi çok geç kaldın minik yımırta. sarıyer'in eteklerinde başkalarının aşklarına gömüldün. çeyiz sandığımda cesedini bıraktım, hayatıma devam ediyorum şimdi. her zaman söylemişimdir tarihin tozlu sayfaları bana alerji yapar, yarışmaya yeni katılan arkadaşlara aldırıyorum tüm o geride bıraktığım tozları. eskiden her yer toz her yer toz iken bugün bakıyorum da her yer boş her yer boş. 

boşlukları doldurunuz... boşluklar doldurulmaya çalışılır. içinizdeki arabeskçi yerini clublarda diskolarda topuklu ayakkabılarıyla tepinen bir ayyaşa bırakmıştır. özledim teninin kokusunu özledim'den ... its now or never'lara bırakmışınızdır kendinizi. arabeskçi gün be gün ölürken, hiç tanımadığınız bir cinaver* filizlenmeye başlamıştır içinizde. "ben sana layık değilim" in yerini, ben bunlarla yetinebilecek bir insan mıyım lan? almıştır. "kendine daha iyi bir sevgili bul ve mutlu ol" un yerini ise "bak bu benim kıçım, bu da kim kardashian'ınki, bak bu da yeni sevgilim kudrettin, daha iyisini seçtim, beğendim,aldım. öyle bir ortam bizimkisi" ne bırakmıştır. sosyal paylaşımlardaki umutsuz ev kadınları suratlı fotoğrafların yerini gülmekten ağzım ha yırtıldı ha yırtılıyor a dostlar pozları almıştır. her fotoğrafda ayrı bir içki, farklı insanlar, farklı tür bir eğlence ve ortak noktasında ise eğlenceye ayarlı saplı şeker ben bulunur. sosyal paylaşım konusunda daha paylaşımcı bir döneme girilir. osursam yazarım o denli paylaşırım her şeyi çünkü im the best fuck the rest diye tirim tirim dolaşırsınız ortalarda. iletiler değişir zamanla. bir zamanlar benim sevgilimdin böğrüm yanıyor, o yanındaki sarışın bomba kim, gidişim suskun oldu dönüşüm orkestrayla olacak lan, ciğerim yandı öyle yandı ki koynumda beslediğim yılanın kuyruğu tutuştu, ben bittim okeye dönüyorum içerikli iletiler yerini çok daha hunhar iletilere bırakır. demet akalın ve ben eski sevgililerimizi şarkı sözüyle evden çıkamaz hale getirdik şimdi bebek, bodrum, paris geziyoruz. siktiğimiz önümüzde sikmediğimiz arkamızda canımıza concon oh be oh türünde iletiler yazılmaya başlanır, en gözde tatil beldelerinde selülitlerin görünmesi engellenecek şekilde fotoğraflar çekilir, yanına da beyinden yoksun bir yakışıklı alınır. hayat kime güzeldir. tabisi ben, sen, o, biz, siz ve onlara. kime değildir. eski sevgiliye. bu da bir yanılsamadır. sen içten içe saat 13.13, 22.22, 04.04'te allahım aramızda sır olarak kalsın ama eski sevgilim beni çok kıskansın sürünerek dönsün diye dualar ederken , o yeni sevgilisiyle artık senin için yasaklı bölgeler olmuş yerlerde arkadaşlarıyla cirit atıyordur. hatta belki de kırmızı benekli filmlere konu oluyordur. 

gerçekçi olmak zor bir şey sevgili okurlarım. görünmeyen adamlar tarafından görünür kılınmaya çalışmaktan çok daha zor. olmadığın bir şey olmaya çalışmaktan daha zor. öyle ki gerçekçi olmak bir yerde aynı anda hem gerçekçi olmak hem de olmadığın biri gibi olmaya çalışmaktır. mutluyken gerçekçi olunmaz. mutsuzken hem gerçekçi olursun hem de olmadığın birine dönüşmeye çalışırsın. olduğun şey seni yok etmeye baş koymuştur çünkü. hollywood filmlerindeki "DENİZALTINDA VAHŞET" konulu filmler gibidir bu durum. denizaltının kapılarını açıp yüzerek kaçamadığın gibi kendini de bir türlü terk edip topukların götüne vura vura kaçamazsın. yok edilmeyi bekler, o aralarda da bölünerek çoğalmaya çalışır belki birinden tekrar doğarım diye umut etmeye çalışırsın. umut vaad eden bir zavallı olarak başladığınız yolculuğun fakir ama gururlu bir genç olarak bitmesi dileğiyle yazımı burada sonlandırıyorum. iyi günler okurlarım.