28 Kasım 2011 Pazartesi

inceldiğim yerden kopmam, fotoğrafçılara poz veririm.

kendine yüklediğin anlamlar bağlantı problemi yüzünden yüklenemediğinde, ona yüklediğin anlamlar 100 fırça darbesiyle ucuz bir romana dönüşünce, egon bir iğneyle söndüğünde sadece yürümek istersin.

işe yarayacak o şeyin peşinden gidersin. kimi zaman sinsice takip edersin, kimi zaman ulu orta her şeye inat karşısına geçmeye çalışırsın. biraz daha hızlansan dişliler birbirinden ayrılıp tamamen düzeltilemez olacak gibi gelir ya, inceldiği yerden kopmuyorsa minik dokunuşlarla yardımcı olursun. makinenin yanması, dişlilerin yerlerini terk etmesi, kelimelerin sözlüklerdeki anlamlarını terk edip senin gidemediğin bir yolda devam etmesi, senin içinden ayrılan binlerce dişlinin farklı farklı yollara sapması, senin hepsine yetişebilmek için bölünerek çoğalmaya çalışman, çoğalmaya çalışırken yok olmaya doğru emin adımlarla koşman...zamanla her gün yürüdüğün o yoldaki çiçeklerin sana alerji yapmasına benzer. kaşınmadan, hapşırmadan yürümeyi başarabilirsen her şeyi yapabilirsin gibi gelir. hapşırmadan edemezsin, yara kabuğunu kaşır düşürürsün. seni öldürmesi için tuttuğun kiralık katil arkanda bıraktığın yara kabuklarından bulur seni.

ağır ağır döktüğün o kabukların ardından hafifleyip koşmaya başlamayı beklersin. bilmediğin bir hızda, göremediğin bir boyutta, şimdiye kadar fark edemediğini umduğun o güçle. içindekilerden biri durağanlığa karşı gelip, harekete geçtiğinde ve ona uyum sağlamak zorunda kaldığında, içindekilerden biri ileri koşarken,diğeri hiç düşünmeden geri dönüp topukları götüne vura vura eskiden olduğu yere koşmaya çalıştığında, ayağından bağlanmış ayrı tarafa koşmaya çalışan iki andonun ağırlığıyla çarparsın kendine. sahip olduğun her şey yerlere saçıldığında ve bir sürü yabancı onları göz göre göre çiğneyip geçtiğinde...tek yapman gereken bir kez daha yutkunmak olur. öküz yutmuşcasına, kalan tüm yıllarının nefesini bir seferde içine çekmişcesine yutkunup arkana yaslanırsın.

türk filmlerinde sana öğretilen, kodlanan davranışların işe yarayacağını umarak, sahip olduğun her şey yerde sümüklere ve boklara bulandıktan sonra sevgisiyle düşüp, nefretiyle ayağa kalkan Türkan Şoray gibi olabilmeyi umarsın. çünkü kodlanmışındır. sevgi düşürür, nefret ayaklandırır. bir daha geldiğinde kime çelme takıp kendinden uzak tutacağını bilirsin bir kez düştüğünde. çünkü bu öğretildi sana yıllardır. hazır çiğnemişken sırtıma da bi basıver, kaç gündür ağrıyor diyecek kadar genleştiğinde hatırlarsın. bir zamanlar sana insan diyorlardı. genleşip aldığın o yeni şekil, kaplumbağanın sırtında taşıdığı evine benzer. her gün o ağır şeyi üstünde taşırsın, içine saklanırsın. yeni almış olduğun o şeklinle birinin seni yere atıp darmadağın etmesini beklersin. hiçbir zaman beklediğinde olmaz ki. en beklemediğin anda küçücük biri gelip paramparça eder. her seferinde bazı parçaları birleştiremezsin geride kalır. evet, bir zamanlar sana insan diyorlardı dostum. bir zamanlar öyleydin.

22 Kasım 2011 Salı

beni öldürmeyen şey başkasını gıdıklıyorsa, bu çok garip olabilir.

az önce bir arkadaşım bana "bizim gibi başkaları da var mıdır sence" diye sordu. ben karşılaşmadım ama eğer varsa arkadaş olmak isteriz. hızla sahip olduklarımızı kara deliğe kaptırdığımızdan kelli yenilerini edinmek istiyoruz. etrafımdaki birkaç kişi ve ben -başta ablam olmak üzere- arkadaş edinmeye çok hevesliyiz. fakat kimse bizle arkadaş kalmak konusunda heves sahibi değil ve bu bir problem.korkarım ah muhsin ünlü'ye yaklaşmakta zorluk çeken o köfteci bize de yaklaşmakta güçlük çekiyor olabilir.bir dakika uyuyan güzel gibi ömrü billah yatağımdan kalkmaya niyetim yokken, diğer bir dakika ilk işaretle sokaklara dökülmeye hazırım. o an geldiğinde tek istediğim sokaklara çıkmak değil, bir de "beni gören yollara dökülsün" oluyor. dökülsünler ki hep birlikte eğlenelim.

gönül ister ki her gün hava güzel olsun, güneş açsın, kuşlar neyim ötsün, hayvanlar cıvıl cıvıl oynaşsın, çocuklar koşmasın etrafta mümkünse evden çıkma yasağı getirilsin onlara, yakışıklı abilerimizi bilhassa güneşin altında parlarken görmek isterim, işverenler insafa gelsin öğleden sonra tatil etsinler keyiflenelim diye. gönül bu istiyor işte. gönül ister ki beni şimdiden emekli etsinler, düzenli maaşımı versinler, elimi sıcak sudan soğuk suya sokmasınlar, sokmaya çalışanın ellerini kırsınlar... bu '-lar' dan kastım kim bilmiyorum ama önce onları yakından tanımak, sonra da düzeyli veya düzeysiz bir ilişki yaşamak isterim içlerinden en yakışıklı olanıyla.

bizim gibilere rastlayamadığımdan ben de arkadaşıma "sence onlar da bize çok şaşırıyor mudur?" diye sordum. acaba bütün çekik gözlüler birbirine benzer gelir ya, biz de bu insanlara öyle görünüyor muyuz? çünkü onların hepsi aynı görünüyo bana. çekik gözlüleri birbirinden ayırt edebiliyorum ama bu insanların hiçbirini bir diğerinden ayıramıyorum. birbirinden farksız bu insanlarla dolu birbirinin aynısı ve birbirinden korkunç günler yaşıyorum. gelen gideni aratmıyor, üzerine su sıkılmış bir çare bir serçe gibi şu ana kadar hiç göremediğim ve tanımadığım bir şeyi arıyorum. çekik gözlü olsam bakış açım daralır da daha az mutsuz olur muyum diye düşünüyorum bazen ama çekik gözlü olabilmek için estetik operasyonlara yatıracağım parayla önce burnumu yaptırmam daha doğru olur. bildiğin suratımın ortasında bir foseptik çukuru var. dağlara taşlara anneeeem.

oldum olası sevecen biri olmuşumdur. insanları ne kadar iğrenç birer canlı oldukları konusunda hırpalamam, yargılamam, sorgulamam, sulamam. insan severim, böcek severim, politikacı severim, hepsini bir kazana atıp havuç ve patateslerle birlikte yahni yapıp yemeğeyse bayılırım. bazıları benim aslında biraz yalancı olduğumu ve insan sevmediğimi düşünebilir ama yanılırlar. hayvan sevdiğini söyleyip löp löp köfteleri, tavuk kanatları götürenlerden bir farkım yoktur aslında. insan severim, mümkünse ben insanımı tabakta isterim.

aynı şarkıyı yüzlerce kere dinlemeye bayılırım. sıkılmıyor musun diye soranlara tek cevabım olabilir. sıkılıyor olsam neden dinlemeye devam edeyim? aklım yok mu lan benim? sıkıldığımı fark etsem neden dinlemeye devam edeyim? belki değiştirmeye üşenmiş ve dinlemeye de devam etmiş olabilirim ama bu seni yine ilgilendirmez, demek ki çocuk üşenmiş ve hala dinleyebiliyor. sanane! sanaaa neeee? aynı şarkıyı tekrar tekrar dinleyen ben değilsem, şarkı da benim şarkılarımdan değilse sinirlenme hakkını kendimde buluyorum ama başkalarının bu hakka sahip oldukları yanılsamasına sahip olmalarını anlamıyorum. beni bunaltan şarkıyı ardarda dinleyen o zalimin ölmesi gerektiğine inanıyorum. önceden belirtmiş olduğum gibi insan severim. azıcık ucundan verenini daha da çok severim. bazen görüyorum " e.d bilmem neyin fotoğrafını beğendi" yazıyor yanda bir yerde. tıklayıp baktığımda neyini beğendin lan bunun, hiçbir boka da benzemiyor demek istiyorum. eğer bunu demiyorsam tek sebebi insanları seviyor olmamdır.

canlıları sevmek bir yana, aşık olmak dedin mi orada duracaksın. aşık olmak bizim işimiz usta. sevdiğini serbest bırakacaksın. aman izlendiğini fark etmesin. çaktırmadan sinsice etrafında gez, dolaş. normalen bir insanın ürkmesini gerektirecek her şeyi yapmak ancak aşık olduğunda caizdir.ne zamanki artık senin orada bir yerde olmadığından emin olur, o zaman bas tetiğe. küt indir adamı. geri dönerse senindir, dönmezse ölmüştür. bu bazı toplumlarda manyaklık olarak algılanabilir ama aman napiyim. manyaklık parayla mı bebişim? bozdurur bozdurur harcarım, elim boldur, gönlüm hoştur, götüm de kim kardashian götü gibidir. tabi bu biraz abartılı oldu ama betimlemelerin bile bir yerde durup saygıyla selamladığı bir götüm var. kimi zaman panayıra , kimi zaman bir ovaya benzetilebilir. kah aşure kazanı, kah domdom kurşunu... ama özünde iyidir. içinde kötülük yoktur.

bir yetim için isyan vaktinin daha sonuna gelmiş bulunuyorum. özetle, kendime benzer birini bulamadım, bulsam da benle arkadaş olmak istemezler, isteler de gösterir ama vermem, versem de burunlarından getiririm. henüz 3 yaşında bir kardeşim var seni ondan bile kıskanıyorum çünkü ben sokakta sosyopat, evde psikopat, yatakta yamyamım. işte böyle, yüz verme yetime, gelir koyar götüne. öptüm bye!

15 Kasım 2011 Salı

aşkın dağlarda gezerken aşkına eşkiya oluverir, durduramazsın.

-13 Mart 2011, 5.08 -

Hayatım boyunca konuşma meraklısı olmadım. Konuşarak bir şeylerin düzelebileceğine inanmadım. Arada bir sevmeye inandım. Ona inanınca da konuşarak bir şeyler belki de çözülür dedim. Dostlarım inanın bana bir şey kendiliğinden çözülmüyorsa, konuşarak hiç çözülmez. Düğümlenmiş bir ipi, beyin gücüyle açmaya çalışmak gibi bir şey. Makasla kesmek varken… Beynimi yormak neden? Çok konuşmayan insanı severim. Bazen de çok konuşmadıkları için insanları sevmem. Bazen koktukları için sevmem. Bazen de kaşlarını almadıkları için. Bazen de sadece insan oldukları için sevmem onları. Bazen de çok nadiren de olsa, yalnızca oldukları o şey için severim onları. O dakikadan itibaren koksalar da, yok olup uçsalar da artık onları severim. Bir canlıyı böyle seviyorsam her seferinde aynı şekilde sevilmeyi de beklemem. Misal kedime ömrümü verdim, yanlışlıkla uykusunu dağıtınca beni tokatlıyor. Sonuçta yine de seviyorum. Hem gelen darbeleri olgunlukla karşılayıp hem seviyorum. Bazen ikisini birden yapmak çok zor oluyor. Zaman zaman insanlar beni sevsin istiyorum ama yüzde doksanını sevmezken ve benden uzak durmalarını beklerken, onlardan beni sevmelerini beklemek biraz nankörlük olabilir diye vazgeçiyorum. Bazı günler uyanınca tek gözümü açıp perdenin altından dışarıya doğru bakıyorum. Bir gün güneş açsa, artık beni mutlu etmeye yetecek mi diye düşünüyorum. Cevabı bilmiyorum ama artık güneş açsın istiyorum. Sonra diğer tarafa dönüp Norveç’te yaşıyor olmayı hayal ederek, 10 dakika daha uyumaya karar veriyorum. Kendi içimde böyle karmaşalar yaşarken neden bazı HarfLeri BüYük BazıLarıNı küÇük yaZmıyoRum ki? diye düşünmeden de edemiyorum. Neyim eksik benim?

İnsanları oldukları gibi kabul edecek kadar yüce gönüllü olmadım hiçbir zaman. Annem zaman içerisinde olgunlaşıp bu vasfa nail olacağımı söylüyor. Ona her zaman olduğu gibi inanıyorum. Umarım haklıdır. Bir gün çocukları seveceğimi de söylüyor. Ağladıkları zaman vurup ağızlarını burunlarını kırasım geliyor üstelik… Ama bir gün onları sevecekmişim. Hayatıma girmiş, genelde de dayanamayıp çıkmış olan birkaç tane insan var. Bir de henüz çıkmamış olanlar var. O birkaç tane insanı ne olurlarsa olsunlar seviyorum. Bir zamanlar çocuk olduklarını düşündüğümde, isal olduklarını söylediklerinde, popolarında kıl dönmesi olduğunda veya beni sevmediklerinde bile seviyorum. Oldukları gibi kabul ediyorum. Oldukları gibi seviyorum. Ve hatta onları oldukları şey için seviyorum. Beni aynı şekilde sevemediklerinde Türk filmlerindeki takma kirpikli manyaklar gibi çenem titremeye başlasa da zamanla alışıyorum. Her şeye alışmıyor muyuz? Bir insan kaşlarını periyodik olarak almaya alışabiliyorsa, bir zamanlar her gün okula gitmeye alışabildiyse, artık her gün işe gidebiliyorsa… Sevdikleri tarafından sevilmemeye, hiç sevilmemiş olmaya, sevildiği halde uzaklaştırılmış olmaya bile alışabiliyor.

Bazen insanlar iyi niyetli biri olduğunuza inanmayabilir. İyi biri olduğunuza, doğru şeyleri yaptığınıza katiyen inanmayabilirler. Kimi zaman doğru düşünceler, iyi niyetlerle, yanlış zamanda doğru şeyler yapmaya çalıştığınıza inanmayabilirler. Onlara kızmayın. Onları sevin. Onların da canı var. Güvenemiyorlarsa, travmatik bir çeşit organizmaya dönüşmüşlerse bu onların suçu değildir. Birileri onları bu hale getirmiştir. Zaman zaman bu kişi siz bile olabilirsiniz. Onları olduğu gibi kabul edin. Bazen o kadar inatla söylediğiniz hiçbir şeye inanmazlar, sizin iyi biri olduğunuza bir türlü inanamazlar ki o zaman sizin kötü olduğunuzu düşünmeye olan ihtiyaçlarıdır onları bu hale getiren diye düşünüyorum şahsen ben. Çoğu zaman kötü biri olduğunuza inanarak işlerini kolaylaştırırlar. Gitmek daha kolay olur, kalmak imkânsız olur, sevmek inandırıcılığını kaybeder ve bu insanlara yapabileceğiniz en iyi şey kötü olduğunuza onları inandırmaktır. Onca zaman iyiliğinize inandırmaya çalışmamışsınız gibi şimdi kötülüğünüze inandırmaya çalışırsınız. Onların iyiliği için bunu yapmak zorundasınızdır. Hele de hala Türk filmi zihniyetlerinde, Hollywood şaşkınlığında bir kişiyseniz bunu eminim kolaylıkla yaparsınız. Seviyorum ama bensiz daha iyi olacak dersiniz çünkü siz malın önde gidenisinizdir. Ve sakın hiçbiriniz bana aksini kanıtlamaya çalışmayın. Birinin iyiliği için kendi iyiliğinizi katletmenin tek bir açıklaması olabilir. Aptalsınızdır veya zekâ geriliği vardır. Ona da bir itirazım yok zaten.

Bazen sevdiğiniz bir insan için başka bir yerleşim alanına gitmeniz gerekir. Örneğin başka bir şehre gitmeniz gerekir. Dönerken evinize, yolunu kaybetmiş bir kraliçe arı gibi sinirli olur, kimi sokacağınızı bilemez bir halde olursunuz. Yine çeneniz titrer. Gitme şarkıları dinlersiniz. Bir de yağmur yağıyorsa, hava soğuksa ve siz Ankara denen danakarada* yaşıyorsanız… Kendinize yüklenmemeye çalışır, yanınızda ağzından salyalar akan sizin koltuğunuza kadar poposu taşmış teyzeyi öldürme planları yapmaya başlarsınız.

Her insan evladının türlü türlü derdi olur. Kimisi “Ama rakçıyım herkes bilsin” derdindedir, kimisi “Ama evlisin” diye şarkı yazacak kadar dertlidir. Kimisi kuyruğunu yakalamaya çalışır bir türlü yakalayamaz, bunlar genellikle kedidir. Spor salonundaki psikopatlar yürür, bisiklete biner ama hiç yol kat edemezler. 1 adım öteye gidememişlerdir son 4 saattir. Kimisi çok yer şişmanlar, kimisi kilo alamaz, kimisi insanlara güvenemez, kimisi güvenmeye ihtiyaç duymaz, bazısı insana ihtiyaç duymaz, bazısı eşeklerle cinsel ilişkiye girmenin aklıselim bir hareket olduğuna inanır garip bir şekilde. Dediğim gibi türlü türlü dert var yeryüzünde. Hepsine sahip olmadığım için kendimi çok şanslı hissettiğim şu günlerde birkaç tanesi bile beni kitle katliamının ucuna kadar getirdi.

Hayatım boyunca konuşma yanlısı bir insan olmadım. Konuşmayı severim, çoğunlukla susmak bilmem. Dedikodu yapmaya bayılırım. Çingene olduğum gerçeğiyle barışmış bir dedikoducuyum. Ama konuşarak problem çözmenin bir zırva olduğu konusunda sizlerle kanımın son damlasına kadar tartışabilirim. Konuşarak sorun çözülmez. Problemler, aynı problemleri çıkarmadığın bir süreç sonunda çözülür. Ben süreç müreç anlamam mağara adamıyım diyorsan, yürüyüp gitmeyi bilmek gerekir. Yürüyüp giderken sümüklerin aka aka ağlıyorsan ve ağlatıyorsan da bu senin dikenindir sevgili gül kokulu dostum. Gülü sevenin dikenine katlanmak zorunda olduğu bir dünyada yaşıyor olsaydık hiç ayrılmazdık. Ama bu gezegende kimse kimseye katlanmak veya alışmak zorunda değil. Her şeyin çok doğru, çok güzel, tutkunun çikolatası gibi akışkan, Nebahat Çehre’nin hiç yaşlanmadığı gibi kimsenin yaşlanmadığı bir harikalar diyarında yaşamadığımız sürece, gerçek şu ki: Maalesef biz diye bir şeyin olabilmesi fevkaladenin fevki kadar imkânsız bir oluşum. Ama seni seviyorum. Hep seviyorum. Ve sen hep bunu bilerek yaşamak zorunda kalacaksın.

- 15 Kasım 2011, 21.18 -

Zaman ışık hızıyla geçerken, son zamanlarda neler yaptığına bir göz atıyorsun. hani hollywood filmi playboyları söyler ya 'move on' diye, bir insan olarak sürekli devam etmeye çalışmak gibi bir özelliğimiz var. insan olmayanlar için burada görülecek bir şey yok diyebilirim zaten. sürekli olarak artık ilerleyerek belli başlı - bunlar seni rahatsız eden, mutsuz eden, bazen gereğinden fazla mutlu eden, ızdırap sıçtıran, kimi zaman da toplum tarafından ahlaksızlık olarak tanımlanabilen - şeyleri gözün göremeyeceği kadar geride bırakmaya çalışmak çabasıdır. ama bu çaba yersiz bir çabadır. zamanla olur, her şeyin ilacı zamandır diyemicem. bana kalırsa her şeyin ilacı makarnadır. fakat ilaç kullanımına her zaman dikkat etmekte fayda var, ne ara 84 kiloya çıktığını anlayamadan, annenin bile "mohini" dediği şekil kaybına uğramış bir canlıya dönüşüveriyorsun. 

devam etmeye çalışırken insanlıktan çıkmak;

- teselliyi içkide aramak... Yıldız Tilbe'nin "ben düşerken yükseklerden uçurumlara, aşkın tuttu ellerimden ummadığım anda" adlı şarkı sözlerini noterden yardım alarak "ben düşerken bar merdivenlerinden aşşalara, kafam kadar memesi olan güvenlikler tuttu ellerimden tam umduğum anda" olarak değiştirmeyi planlar hale gelirsiniz ki bu hiç içinde bulunulmak istenen bir durum değildir.

-teselliyi bir kukuda aramak... Bu en sevdiğim, yapılan en yaygın hatadır. karşınızdaki için üzülürken, sizi ne kadar çirkin pozisyonlara soktuğunu görürsünüz. içinizdeki sevginin yerini kafa karışıklığı alır. sonra siz daha ne olduğunu anlamadan o kuku senin bu kuku senin seken bir sevdiceğiniz olduğunu fark edersiniz. o zaman bu işi bırakmanın zamanı geldiğini anlarsınız. hukuken bağlayıcılığı olan kukuların önünde eğiliyorum burada... ve tabiki akıllı kadınların.

-teselliyi işte aramak... Götünüze motor takılmış gibi çalışırsınız. ayın çalışanı seçilmeniz an meselesidir. işler bitince napıcağını şaşırıp tüm dolapları döker düzenler, tüm dosyaları elden geçirir daha da detaylandırırsın. sonra o kadar çok detaylandırırsın ki kendi detaylarında kaybolur ne yaptığını bilemez hale gelirsin. o sırada inanılmaz ama gerçek şekilde seni kurtaracak olan patronun odaya girer ve seni o işten kurtaracak daha kabus bir iş verir ve hayatında belki ilk kez buna sevinir, işine gömülürsün.

-teselliyi gencebay'da aramak... yeri gelir henüz 3 yaşında bir kardeşim var seni ondan bile kıskanıyorum dersin, yeri gelir ben de özledim ben de resmin var şuan elimde diye böğürürsün ağlaya zırla. bu dönemi atlatmanın en iyi yolu kendine acımayı bırakıp bir sonraki seviyeye ulaşmaktır. 

-teselliyi dımtıs yaparken, dans ederek aramak... durum bellidir. akli dengen önde, sen arkada koşarsın. ne kadar yorulsan da uyuyamazsın. düşünmemek için ne kadar meşgul etsen kendini o kadar enerji dolarsın. Allah yürü ya kulum demiştir sana, sen neden şu an diyor lan, kaç kere yalvardık oralı olmadı diye düşünürsün ama boştur. o yürü demiştir bir kere. gidilmedik park, bahçe, bar, pub, tisko, club bırakılmaz.

-teselliyi evlendirme programlarında aramak... ara tara tırım tırıs yok!

-sürecin son ayağı ise : teselli aramayı bırakmak. 

daha sabırlı, daha sağlıklı görünen içten yanmalı bir manyak olup çıkmışsındır. senden daha güçlü insanlar ulan insan evladı dediğin bu hale gelir mi der senin için. bu tür durumları senden daha boktan geçirenler, yol göstermeye çalışırlar ama bilirler ki o yol yol değildir. ne zaman ki dönüp topukların götüne vura vura ışığa doğru koşarsın o zaman kurtulursun. onca uğraştan sonra, sırf "devam etmek zorunda" hissettiğin için o kadar yorulmuşsundur ki o ışığa koşacak, bırak onu yürüyecek yerlerin ağrıyordur şimdi. oturur ışığın sana gelmesini beklersin. 

onca zaman gerçek fotoşopla düzeltilemicek kadar çirkin diye kendini perperişan ettikten, devam edicem her şeyi geride bırakıcam diye kendine etmediğini bırakmadıktan, işin aslı şu ki içinde bulunduğun duruma seni düşüren kişinin bile sana yapmadığı her türlü kötülüğü bizzat kendi kendine yaptıktan sonra devrelerin yanar. 

ve son durum işte budur.


14 Kasım 2011 Pazartesi

duygusalım ama aura bende.

bazı insanları yıllar sonra görürsün, sanki hiç ayrılmamış gibi bıraktığın yerden devam edersin. aynı sohbetler, aynı gülümsemeler, aynı kahkahalar, aynı bakışlar, aynı anlayış ve algılarla, aynı mutlulukları yerli yerinde bulursun. o insanlar önemli insanlardır senin için. ne kadar zaman geçtiği önemli değildir. ne kadar çok şeyin değişmiş olduğu, o arada neler kaybettiğin önemli değildir. kazandıklarının sende bıraktığı etki önemli değildir. olmuş olduğun o yeni sen önemsizdir. bilirler sen yine oralarda bir yerlerde saklanmış, birinin seni saklandığın yerden çıkarmasını bekliyorsundur ve bu insanlar odaya girdikleri anda seni yıllardır saklandığın o yerden çıkarıverirler. her zaman kayıplarını ve boşluklarını doldururlar, çoğunlukla sizi tamamlarlar.

kendini bulunduğun her yerde garip hisseden biri olman önemsizdir. her yerde eğreti durabilirsin ama onların yanında durum daha farklıdır. onların yanındayken kendini garip hissetmezsin. onların yanında kendini evinde hissedersin. bindiğin otobüs ulustan geçip kızılaya geldiğinde hissedersin ya... artık daha güvendesindir, bildiğin bir yerdesindir, alıştığın bir ortamdasındır, o kadar da alakasız değilsindir olduğun yere. aynen öyle işte. onların yanında kendini evinde hissedersin. sükuneti hissettirirler.

bazen de bir süre önce kendini evinde hissettiğin ve hatta evinde olduğundan emin olduğun insanlar vardır. onları yıllar sonra görürsün. bazen yıllanmasına gerek bile yoktur. bir süre sonra tekrar gördüğünde artık evinde hissetmekten çok uzakta bir yerdesindir. anlarsın ki evin yanmıştır, yanarken o ihtişamı ve gücü de alevlere birlikte kaybetmiş ve sonunda da yıkılmıştır. eskiden gördüğün o evin, o huzurun, mutluluğun yerinde ayakta dikilen bir yabancı duruyordur şimdi. bir zamanlar evinde olduğun hissi veren o yabancının şimdi üst üste konmuş bambulardan bir farkı yoktur. en ufak bir rüzgarla darmaduman olacağı en başından belliymiş dersin ama kalbinde oturan o 3 fili kaldıramazsın yerinden. nefes almak için güvende hissettiğin bir yere ihtiyacın vardır ve görürsün ki öyle bir yer bir zamanlar vardıysa da - ki şaibeli - artık yoktur.

konuşmaktan asla bıkmadığın, konuşacak şeyler konusunda da sıkıntı çekmediğin o insanın yanında şimdi bomboş oturursun. içi boş bir samimiyet, içi boş bir sen. artık gergin bile olmayan huzursuz bir sakinlikle oturursun orada öylece. anlarsın, diken üstünde olduğun yer evin değildir.

bazı insanları kaybetmekten korkmazsın hiçbir zaman. böyle bir şey düşünmene gerek yoktur. mideni hiçbir zaman acıtmazlar. eve geç kalmış, her an annen arayabilir korkusuyla eşdeğer olan karın ağrısını sana hiç yaşatmazlar. onlar için b planı yapmazsın. a planı olan hayatında seni yarı yolda bırakmayacaklarını, hayal kırıklığına uğratmayacaklarını bilirsin. eminsindir. emin ellerdesindir. orada battaniyeni burnuna kadar çekmeden de uyuyabilirsin. evinde hissedersin ama evimdeyim diye düşünüp sevinmezsin. ait olma, bunun için de sevinç duymaya ihtiyacın yoktur. bu yüzden aklına gelmez işte. dedim ya aitsindir bu kez, çoğu kez yanından bile geçememişken.

bunun yanında bir de hem çok sevdiğin hem de kaybetmekten korktuğun insanlar vardır. için titrer düşününce. başı kesilmiş tavuk gibi amaçsız hareket etmeye başlarsın onsuz hayatı düşününce bile. eğer bir gün bu olursa ne yapacağını düşünürsün her zaman için. mecbursundur, bir b planın vardır her zaman. acı veren bir gerçeklik saplanır beynine... sonunda idrak edersin. zorla. hiç istemeyerek. b planı yapmak zorunda hissettiğin yer, evin değildir.

1 Kasım 2011 Salı

gözümde bokum kadar değerin yok diyen salak, bok değerli bir şeydir.

sürekli aklımda bir şeyler var. yok etmek amacıyla kumandayı alıp kanalı değiştirdikçe, her yeni kanalda daha korkunç görüntülerle beliriyorlar tam karşımda. sonra bir anda puf diye kayboluyor. hatırlayıp ne olduklarını, içimden çıkarıp atmaya çalıştığımda da kayboluyor zalimce. hani bağırsaklarında hareketlenme olduğunu hisseder tuvalete gider, keyifle oturursun ve o an birkaç saniye sonra yapmayı planlamış olduğun o kaka yok olur ya, aynen öyle. her içimden çıkarıp atmaya karar verdiğimde bir şeyler yok oluyor ve yine bomboş kalıyorum.

ablam sürekli olarak boşaltım sistemi ile ilgili görüş bildirmemden şikayetçi. onu anlayabiliyorum. sürekli bu konuyla ilgili o görüş bildirse ben de ondan şikayetçi olurdum ama onun minik bir kıçı, minik bir midesi var. ve sanıyorum ki uzun bağırsağı bile kısa. ahu tuğba osurur, ablam osurmaz. o derece kibardır yani. ben gerçekten her şeyin boşaltım sistemi ile bir bağlantısı olduğuna inanıyorum. içinden atamadığın dert bir yapamadığın gaz gibi rahatsızlık vermez, bir kabız insana oturmuş "adı lazım değil" gibi içine cuk diye oturmaz mı? oturur. az önce midesine yumruk yemiş gibi hissedenler beni anlarlar. haydi şimdi tuvalete koş corç...

bağlantı şu şekilde de kurulabilir mesela; tuvalete gittin, oturdun, tüm gün iş yerinde olanları düşündün. teker teker içinde kurarsın. tamam demek yerine bızzzt erenköy deseydim, muhasebeciye de cııızzt bakırköy yapsaydım. bilgi işleme de çelik ayna yapsaydım derken derken bir bakarsın işin bitmiş, arkanda 3 parça keçi boku bırakmışsın. bu mudur lan? bu mudur seni bu kadar rahatsız eden? evet budur. sinek küçüktür ama mide bulandırır. vızıldar, uyutmaz, kanını emer, kaşındırır, cinnet geçirip çığlık atmak, kitle katliamı başlatmak isteğini getirir. iş yeri de böyle değil midir? aynen o sizi mutsuz eden 3 parçalık keçi boku gibidir. küçük ama mide bulandıran sinek gibidir. patronun küçüktür ama mideni bulandırır. dırdır eder, vızıldar, kanını emer buna rağmen vızırdamaya devam eder... ve evet sonunda seni isyanın kıyılarına sürükler. her şeyin açıklaması boşaltım sisteminden geçmiyor ise bu nedir güzel kardeşim?

veya şunu düşünebilirsiniz. hani derler ya öldürmez süründürür diye. misal ishal oldun. günün tuvalette geçiyor. gün görmez sultan olmuşsunuzdur. içinizde sürekli hareket eden, sizi rahatsız eden, şüphe gibi ama şüphe desen şüphe değil, gerçek desen gerçek kadar rahatsız edici de değil bir şeyler dolanıp durur. tam başına geleni kavradığını zannettiğin an tekrar tuvalete koşman gerekir ve tüm dikkatin dağılır. başına geleni tam anlamaya başlamışken dağılan dikkatinle tüm keşfin ankaranın kanalizasyon kuyularına gömülmüştür. aldıtılıyor muyum lan ben sorusunun cevabını bulmaya çalışma aşamasına benzer bu ishal olma durumu. içinde bir şeyler kıpırdanır ama tam olarak ne olduğunu bilemezsin, buna neyin neden olduğunu tam kavrayamazsın. minik bir şüphe içerlerde cirit atarken, arkasında bir takım gerçekler onu gözlemler. daha sonra vakit geçtikçe şüpheler hızlanır ve gerçekleri tenhada kıstırmaya yemin etmişcesine kovalamaya başlamıştır. yavaş yavaş o karanlık tünelin sonundaki aydınlığı görmeye başlarsın. o sırada anlamazsın ama aydınlık seni ne kadar ferahlatacak olsa da bu karanlık tünel olayı bomboktur. nerdeyim lan ben? herkes nerde? var ya şuradan bir tacizci çıksın vallaha oynamam lan ben bu oyunu, ne işler dönüyor ulan bu tünelde diye heyecan yaparsın. korkar ama çaktırmazsın. bu işin sonunda başıma bir iş gelecek ama hiç de hayırlı bir işe benzemiyor lan dersin. ama kondurmamaya çalışırsın. (alnımı gösteriyorum şuan) burda ne yazılıysa o der geçersin. sonra sonra aydınlığa yaklaştıkça zihninde bir şeyler yerli yerine oturmaya başlar, biraz biraz anlamaya başlarsın. ulan sen düpedüz aldatıl... o sırada ishal yine iş başındadır. dikkatini dağıtır, tuvalete koşarsın. ve işte aydınlığa kavuşmuşsundur. tam aldıtıldığını anladığında bir şeyler dikkatini dağıtmıştır, ne olduğunu anlayamadan cinnet geçirip bütün bu mevzuları arkanda bırakmışsındır, her şey çok çabuk olmuştur ve odanda bok suratınla nemrut nemrut oturuyorsundur. aynen ishal gibi. her şey çok çabuk olur. o feraha kavuşursun sen ama nasıl kavuştuğunu bir sen bir de tuvalet bilir ki burdan gerisini paylaştığımda ablam bile rahatsız olduğuna göre herkes olabilir sanıyorum.

ne demiştim. evet. öldürmez süründürür. boşaltım sistemi de canı isterse hayat gibi seni öldürmez süründürür de süründürür. bu senaryonun tam tersi vardır bir de. iş yerindesindir. senin haricinde herkes toplantıya çağırılmıştır. neden çağırılmadığını sormayı gururuna yediremezsin. aslında orada olmak istemiyormuş, o yüzden de durumundan ötürü çok mutluymuş gibi davranırsın. ama içten içe o toplantıya giremedin ya batsın bu dünyadır. neler dönüyo ulan bu ofiste? arkamdan iş çeviriyosunuz dimi? yemin edin bişi yapmıyosunuz dimi? ifadeleriyle etrafınıza bakınır durursunuz. toplantı biter, herkes yerlerine oturur. kimse neler konuşulduğundan bahsetmez, senle konuşmaz, saçma bir sessizlik, uyuz bir gerginlik hakimdir ortama. midenizde bir yumruk hissedersiniz. karnınız mı ağrıyor, yoksa o hissettiğiniz boktanlık bulanan bir midenin marifeti midir? ayırt edemezsiniz. adeta kabız gibisinizdir. evet kabızlık bu olayın sözlük anlamıdır. ulan o içerlerde bir şeyler oluyor ama noluyorsa çabuk olsun bitsin, yiter nefes alamıyorum yaaa durumudur. toplantı odasında konuşulanlar yani içeride olanlar, aslında içinize yerleşmiş ve çıkmayı reddeden o şeyi anlatıyor burda. anlayanlar anlamayanlara yarım yamalak, yanlış yunluş aktarmasın diye açıklığa kavuşturmak istedim. içinizden o sıkıntı çıksa da bir rahatlasanız istersiniz. ne çıkarsa çıksın, isterse içinizden bir cinaver* çıksın ama sizi rahat bıraksın durumudur bu aslında. ulan kovuyosanız kovun, canımı mı alacaksınız lan? en fazla napabilirsiniz? kovun lan. kovun. kov beni laaaaan kov beniiiğğğ diye cinnet geçirmekle eş değer bir sıkıntıdır. kovulsanız da kovulmasanız da o toplantıda neler olduğunu öğrendiğinizde rahatlarsınız, aynen sonunda kakanızı yapabildiğinizde rahatladığınız gibi. rahatsızlık verici bir süreçtir ama sonu rahatlıktır. buruk da olsa zorlu da olsa.

aslında işin gerçeği şu ki sevgili okurlarım, her günüm bir boşaltım sisteminin sonuçlarını andırıyor. bok gibi bir günü, ondan daha boktan ve kabız bir gün takip ediyor. magandaya can veren yüce rabbim öldürmüyor süründürüyor her gün her gün.