15 Kasım 2011 Salı

aşkın dağlarda gezerken aşkına eşkiya oluverir, durduramazsın.

-13 Mart 2011, 5.08 -

Hayatım boyunca konuşma meraklısı olmadım. Konuşarak bir şeylerin düzelebileceğine inanmadım. Arada bir sevmeye inandım. Ona inanınca da konuşarak bir şeyler belki de çözülür dedim. Dostlarım inanın bana bir şey kendiliğinden çözülmüyorsa, konuşarak hiç çözülmez. Düğümlenmiş bir ipi, beyin gücüyle açmaya çalışmak gibi bir şey. Makasla kesmek varken… Beynimi yormak neden? Çok konuşmayan insanı severim. Bazen de çok konuşmadıkları için insanları sevmem. Bazen koktukları için sevmem. Bazen de kaşlarını almadıkları için. Bazen de sadece insan oldukları için sevmem onları. Bazen de çok nadiren de olsa, yalnızca oldukları o şey için severim onları. O dakikadan itibaren koksalar da, yok olup uçsalar da artık onları severim. Bir canlıyı böyle seviyorsam her seferinde aynı şekilde sevilmeyi de beklemem. Misal kedime ömrümü verdim, yanlışlıkla uykusunu dağıtınca beni tokatlıyor. Sonuçta yine de seviyorum. Hem gelen darbeleri olgunlukla karşılayıp hem seviyorum. Bazen ikisini birden yapmak çok zor oluyor. Zaman zaman insanlar beni sevsin istiyorum ama yüzde doksanını sevmezken ve benden uzak durmalarını beklerken, onlardan beni sevmelerini beklemek biraz nankörlük olabilir diye vazgeçiyorum. Bazı günler uyanınca tek gözümü açıp perdenin altından dışarıya doğru bakıyorum. Bir gün güneş açsa, artık beni mutlu etmeye yetecek mi diye düşünüyorum. Cevabı bilmiyorum ama artık güneş açsın istiyorum. Sonra diğer tarafa dönüp Norveç’te yaşıyor olmayı hayal ederek, 10 dakika daha uyumaya karar veriyorum. Kendi içimde böyle karmaşalar yaşarken neden bazı HarfLeri BüYük BazıLarıNı küÇük yaZmıyoRum ki? diye düşünmeden de edemiyorum. Neyim eksik benim?

İnsanları oldukları gibi kabul edecek kadar yüce gönüllü olmadım hiçbir zaman. Annem zaman içerisinde olgunlaşıp bu vasfa nail olacağımı söylüyor. Ona her zaman olduğu gibi inanıyorum. Umarım haklıdır. Bir gün çocukları seveceğimi de söylüyor. Ağladıkları zaman vurup ağızlarını burunlarını kırasım geliyor üstelik… Ama bir gün onları sevecekmişim. Hayatıma girmiş, genelde de dayanamayıp çıkmış olan birkaç tane insan var. Bir de henüz çıkmamış olanlar var. O birkaç tane insanı ne olurlarsa olsunlar seviyorum. Bir zamanlar çocuk olduklarını düşündüğümde, isal olduklarını söylediklerinde, popolarında kıl dönmesi olduğunda veya beni sevmediklerinde bile seviyorum. Oldukları gibi kabul ediyorum. Oldukları gibi seviyorum. Ve hatta onları oldukları şey için seviyorum. Beni aynı şekilde sevemediklerinde Türk filmlerindeki takma kirpikli manyaklar gibi çenem titremeye başlasa da zamanla alışıyorum. Her şeye alışmıyor muyuz? Bir insan kaşlarını periyodik olarak almaya alışabiliyorsa, bir zamanlar her gün okula gitmeye alışabildiyse, artık her gün işe gidebiliyorsa… Sevdikleri tarafından sevilmemeye, hiç sevilmemiş olmaya, sevildiği halde uzaklaştırılmış olmaya bile alışabiliyor.

Bazen insanlar iyi niyetli biri olduğunuza inanmayabilir. İyi biri olduğunuza, doğru şeyleri yaptığınıza katiyen inanmayabilirler. Kimi zaman doğru düşünceler, iyi niyetlerle, yanlış zamanda doğru şeyler yapmaya çalıştığınıza inanmayabilirler. Onlara kızmayın. Onları sevin. Onların da canı var. Güvenemiyorlarsa, travmatik bir çeşit organizmaya dönüşmüşlerse bu onların suçu değildir. Birileri onları bu hale getirmiştir. Zaman zaman bu kişi siz bile olabilirsiniz. Onları olduğu gibi kabul edin. Bazen o kadar inatla söylediğiniz hiçbir şeye inanmazlar, sizin iyi biri olduğunuza bir türlü inanamazlar ki o zaman sizin kötü olduğunuzu düşünmeye olan ihtiyaçlarıdır onları bu hale getiren diye düşünüyorum şahsen ben. Çoğu zaman kötü biri olduğunuza inanarak işlerini kolaylaştırırlar. Gitmek daha kolay olur, kalmak imkânsız olur, sevmek inandırıcılığını kaybeder ve bu insanlara yapabileceğiniz en iyi şey kötü olduğunuza onları inandırmaktır. Onca zaman iyiliğinize inandırmaya çalışmamışsınız gibi şimdi kötülüğünüze inandırmaya çalışırsınız. Onların iyiliği için bunu yapmak zorundasınızdır. Hele de hala Türk filmi zihniyetlerinde, Hollywood şaşkınlığında bir kişiyseniz bunu eminim kolaylıkla yaparsınız. Seviyorum ama bensiz daha iyi olacak dersiniz çünkü siz malın önde gidenisinizdir. Ve sakın hiçbiriniz bana aksini kanıtlamaya çalışmayın. Birinin iyiliği için kendi iyiliğinizi katletmenin tek bir açıklaması olabilir. Aptalsınızdır veya zekâ geriliği vardır. Ona da bir itirazım yok zaten.

Bazen sevdiğiniz bir insan için başka bir yerleşim alanına gitmeniz gerekir. Örneğin başka bir şehre gitmeniz gerekir. Dönerken evinize, yolunu kaybetmiş bir kraliçe arı gibi sinirli olur, kimi sokacağınızı bilemez bir halde olursunuz. Yine çeneniz titrer. Gitme şarkıları dinlersiniz. Bir de yağmur yağıyorsa, hava soğuksa ve siz Ankara denen danakarada* yaşıyorsanız… Kendinize yüklenmemeye çalışır, yanınızda ağzından salyalar akan sizin koltuğunuza kadar poposu taşmış teyzeyi öldürme planları yapmaya başlarsınız.

Her insan evladının türlü türlü derdi olur. Kimisi “Ama rakçıyım herkes bilsin” derdindedir, kimisi “Ama evlisin” diye şarkı yazacak kadar dertlidir. Kimisi kuyruğunu yakalamaya çalışır bir türlü yakalayamaz, bunlar genellikle kedidir. Spor salonundaki psikopatlar yürür, bisiklete biner ama hiç yol kat edemezler. 1 adım öteye gidememişlerdir son 4 saattir. Kimisi çok yer şişmanlar, kimisi kilo alamaz, kimisi insanlara güvenemez, kimisi güvenmeye ihtiyaç duymaz, bazısı insana ihtiyaç duymaz, bazısı eşeklerle cinsel ilişkiye girmenin aklıselim bir hareket olduğuna inanır garip bir şekilde. Dediğim gibi türlü türlü dert var yeryüzünde. Hepsine sahip olmadığım için kendimi çok şanslı hissettiğim şu günlerde birkaç tanesi bile beni kitle katliamının ucuna kadar getirdi.

Hayatım boyunca konuşma yanlısı bir insan olmadım. Konuşmayı severim, çoğunlukla susmak bilmem. Dedikodu yapmaya bayılırım. Çingene olduğum gerçeğiyle barışmış bir dedikoducuyum. Ama konuşarak problem çözmenin bir zırva olduğu konusunda sizlerle kanımın son damlasına kadar tartışabilirim. Konuşarak sorun çözülmez. Problemler, aynı problemleri çıkarmadığın bir süreç sonunda çözülür. Ben süreç müreç anlamam mağara adamıyım diyorsan, yürüyüp gitmeyi bilmek gerekir. Yürüyüp giderken sümüklerin aka aka ağlıyorsan ve ağlatıyorsan da bu senin dikenindir sevgili gül kokulu dostum. Gülü sevenin dikenine katlanmak zorunda olduğu bir dünyada yaşıyor olsaydık hiç ayrılmazdık. Ama bu gezegende kimse kimseye katlanmak veya alışmak zorunda değil. Her şeyin çok doğru, çok güzel, tutkunun çikolatası gibi akışkan, Nebahat Çehre’nin hiç yaşlanmadığı gibi kimsenin yaşlanmadığı bir harikalar diyarında yaşamadığımız sürece, gerçek şu ki: Maalesef biz diye bir şeyin olabilmesi fevkaladenin fevki kadar imkânsız bir oluşum. Ama seni seviyorum. Hep seviyorum. Ve sen hep bunu bilerek yaşamak zorunda kalacaksın.

- 15 Kasım 2011, 21.18 -

Zaman ışık hızıyla geçerken, son zamanlarda neler yaptığına bir göz atıyorsun. hani hollywood filmi playboyları söyler ya 'move on' diye, bir insan olarak sürekli devam etmeye çalışmak gibi bir özelliğimiz var. insan olmayanlar için burada görülecek bir şey yok diyebilirim zaten. sürekli olarak artık ilerleyerek belli başlı - bunlar seni rahatsız eden, mutsuz eden, bazen gereğinden fazla mutlu eden, ızdırap sıçtıran, kimi zaman da toplum tarafından ahlaksızlık olarak tanımlanabilen - şeyleri gözün göremeyeceği kadar geride bırakmaya çalışmak çabasıdır. ama bu çaba yersiz bir çabadır. zamanla olur, her şeyin ilacı zamandır diyemicem. bana kalırsa her şeyin ilacı makarnadır. fakat ilaç kullanımına her zaman dikkat etmekte fayda var, ne ara 84 kiloya çıktığını anlayamadan, annenin bile "mohini" dediği şekil kaybına uğramış bir canlıya dönüşüveriyorsun. 

devam etmeye çalışırken insanlıktan çıkmak;

- teselliyi içkide aramak... Yıldız Tilbe'nin "ben düşerken yükseklerden uçurumlara, aşkın tuttu ellerimden ummadığım anda" adlı şarkı sözlerini noterden yardım alarak "ben düşerken bar merdivenlerinden aşşalara, kafam kadar memesi olan güvenlikler tuttu ellerimden tam umduğum anda" olarak değiştirmeyi planlar hale gelirsiniz ki bu hiç içinde bulunulmak istenen bir durum değildir.

-teselliyi bir kukuda aramak... Bu en sevdiğim, yapılan en yaygın hatadır. karşınızdaki için üzülürken, sizi ne kadar çirkin pozisyonlara soktuğunu görürsünüz. içinizdeki sevginin yerini kafa karışıklığı alır. sonra siz daha ne olduğunu anlamadan o kuku senin bu kuku senin seken bir sevdiceğiniz olduğunu fark edersiniz. o zaman bu işi bırakmanın zamanı geldiğini anlarsınız. hukuken bağlayıcılığı olan kukuların önünde eğiliyorum burada... ve tabiki akıllı kadınların.

-teselliyi işte aramak... Götünüze motor takılmış gibi çalışırsınız. ayın çalışanı seçilmeniz an meselesidir. işler bitince napıcağını şaşırıp tüm dolapları döker düzenler, tüm dosyaları elden geçirir daha da detaylandırırsın. sonra o kadar çok detaylandırırsın ki kendi detaylarında kaybolur ne yaptığını bilemez hale gelirsin. o sırada inanılmaz ama gerçek şekilde seni kurtaracak olan patronun odaya girer ve seni o işten kurtaracak daha kabus bir iş verir ve hayatında belki ilk kez buna sevinir, işine gömülürsün.

-teselliyi gencebay'da aramak... yeri gelir henüz 3 yaşında bir kardeşim var seni ondan bile kıskanıyorum dersin, yeri gelir ben de özledim ben de resmin var şuan elimde diye böğürürsün ağlaya zırla. bu dönemi atlatmanın en iyi yolu kendine acımayı bırakıp bir sonraki seviyeye ulaşmaktır. 

-teselliyi dımtıs yaparken, dans ederek aramak... durum bellidir. akli dengen önde, sen arkada koşarsın. ne kadar yorulsan da uyuyamazsın. düşünmemek için ne kadar meşgul etsen kendini o kadar enerji dolarsın. Allah yürü ya kulum demiştir sana, sen neden şu an diyor lan, kaç kere yalvardık oralı olmadı diye düşünürsün ama boştur. o yürü demiştir bir kere. gidilmedik park, bahçe, bar, pub, tisko, club bırakılmaz.

-teselliyi evlendirme programlarında aramak... ara tara tırım tırıs yok!

-sürecin son ayağı ise : teselli aramayı bırakmak. 

daha sabırlı, daha sağlıklı görünen içten yanmalı bir manyak olup çıkmışsındır. senden daha güçlü insanlar ulan insan evladı dediğin bu hale gelir mi der senin için. bu tür durumları senden daha boktan geçirenler, yol göstermeye çalışırlar ama bilirler ki o yol yol değildir. ne zaman ki dönüp topukların götüne vura vura ışığa doğru koşarsın o zaman kurtulursun. onca uğraştan sonra, sırf "devam etmek zorunda" hissettiğin için o kadar yorulmuşsundur ki o ışığa koşacak, bırak onu yürüyecek yerlerin ağrıyordur şimdi. oturur ışığın sana gelmesini beklersin. 

onca zaman gerçek fotoşopla düzeltilemicek kadar çirkin diye kendini perperişan ettikten, devam edicem her şeyi geride bırakıcam diye kendine etmediğini bırakmadıktan, işin aslı şu ki içinde bulunduğun duruma seni düşüren kişinin bile sana yapmadığı her türlü kötülüğü bizzat kendi kendine yaptıktan sonra devrelerin yanar. 

ve son durum işte budur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder