19 Ağustos 2011 Cuma

gerçekler acıdır fakat ben ekşi severim.

insanoğlunun en büyük hatalarından biri gerçeği bilme arzusuna sürekli olarak yenilmesidir. aslında kimse gerçekleri bilmek istemez, sadece merak ederken daha ürkütücü senaryolar yazacağı ihtimalinden gerçekleri bilmek ister. mesela ben dünyanın yuvarlak olduğunu bilmesem de olurdu. şimdi yürürken habire düşüyorum, lan bu dünya şurda biyerde ötede beride biticek kesin çok pis düşücem diye düşünürken korkudan başım dönmeye başlıyor ve düşüyorum.

gerçek kendi içinde çok kandırıkçı bir kavram. insanın ruh haline göre değişebilen bir şey zaman zaman. bazen arkadaşların seni mutsuz etmemek için minik saptırmalar yaparlar. o çocuk senden hoşlanıyor, yoksa niye saçını çeksin? halbuki aklı başında hiçbir insan saç çekmeyi bir hoşlanma belirtisi zanneden biriyle arkadaş olmaz normal şartlarda. sizin için akli dengesini yitirerek gerçeği saptıran arkadaşlarınız olabiliyor böyle. seni aramamasının nedeni telefon numaranı kaybetmiş olması olabilir, üstüne meteor düşmüş olabilir, şu geçen uçağın kanadının vidası gevşeyip çocuğun üstüne düşmüş olabilir. niye hep en kötüsünü düşünüyorsun diyen arkadaşlarınız vardır muhakkak. o insanları sevin.

yanlışlıkla patronunuz hakkında yazdığınız dedikodu içerikli mesajı, iş arkadaşınız yerine bizzat patronun kendisine yollamış olabilirsiniz. gerçek şu ki bu durumda boku yemiş olursunuz. ama gerçek şu ki bu durumda bile optimistliğini kaybetmeyerek, belki de gelen kutusu çok dolu olduğundan gitmemiştir, patronun mide kanaması geçirip maili görmeden ölmüş olabilir veya aslında bunların hepsi bir yanılsama sen aslında yoğsun, patronun da yoğ, ben de yoğum, biz hiç olmadık diyerek teselliyi hayallerde bulabilirsiniz. gerçeğin acımasızlığını hayallerle seyreltmeye çalışır, sek içmekten kaçınabilirsiniz. ama her şekilde yuttuktan sonra burnunuzdan midenize kadar geçtiği her yeri yakacaktır. içinizde elbet belirsizlik, gerçeğin yaktığı mideden daha çok can yakar diyenleriniz çıkacaktır eminim. gerçek şu ki her insan evladı gibi hangisiyle karşılaşmadıysan, o sana daha cazip gelecektir. şöyle ki :

- düşünsene arkandan karıştırdığı onca şeyi bilmeden aptal yerine konulmaya devam da edebilirdin müzeyyen, öylesi daha mı iyi olurdu. en azından yolun başından ne bok olduğunu anladın.
veya
-bu belirsizlik seni yıpratan müzeyyen, aslında neler olup bittiğini bir bilsen, bir anlatsa kötü de olsa duydukların bu sıkıntıların geçecek hep. bütün bu sıkıntı neyle karşı karşıya olduğunu bilememenden...

her şekilde başka bir şekil olmadan işin içinden çıkamayacakmış gibi hissedebiliriz. gerçek soğuk bir yemek değildir. ama çok acıttıysa üstüne intikam denen soğuk yemekten yenebilir. gerçek acıtır mı, doğruluğu garanti midir, bana göre süt ona göre çikolata olabilecek kadar bakış açısına bağlı bir şey midir tam olarak bilemiyorum. bildiğim bir şey varsa o da

gerçeğin
çok
çirkin olduğudur.

ve gerçek şu ki bunu değiştirmeye güzel gözler, minik bir gülümseme, atılan mailler, yavru köpek bakışları, telefondaki hüzünlü ses, en azından hiç kimsenin sahip olamayacağı kadar büyük bir şekilde sevildiğin yalanları, her dakika birinin aklında olduğun uydurmaları, güzel bir yüz, güzel bir dost eli veya güzel anılar... bunların hiçbiri senin gerçekleri içine soktuğun o çirkinliği mazur kılmayacak, temizleyemeyecek. her şeyi temizlenemeyecek kadar pisliğe bulayıp, gerçekleri güzelleştirilemez hale gelene kadar çirkinleştirip ondan sorna dönülmez akşamın ufkunda dans etmek için uzattığın o elin, hamurabi kanunlarınca kesilmesi gerektiği gerçeğini örtmeye yetmeyecek.

ve gerçek şu ki sevgili dostum, bazen gerçekler fotoşopla bile düzeltilemeyecek kadar çirkindir. ve şunu söylemeden geçemeyeceğim sevgili madurlar, ben çirkini değil güzeli, acıyı değil ekşiyi severim. o yüzden beni bunlarla madur etmeyin.



yazımı toplumsal bir mesajla bitirmek istiyorum: NAH! çok beklersiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder