25 Ağustos 2011 Perşembe

22 Ağustos 2011 Pazartesi

olmuyorsa zorlamayacaksın.

adam olmaya gayret gösterip olamayanlara gidiş yolundan not vermek her ne kadar mantıklı görünse de, olmayabilir. hayatım boyunca matematik dersinden gidiş yolundan dişimlen tırnağımlan topladığım 3er 5er puanlarla geçebilmiş bir insan olsam da, her durumda gidiş yolundan toplanan puanlara bel bağlamak doğru olmayabilir. bir de dönüş puanlarının sizden çıktığı düşünülürse.

kendime notlar:

-bencil insanları, bencilliklerini sevimlilikle örtmeye çalıştıkları için suçlamamalıyım. o tatlılıkları olmasa bir boka benzemez, katiyen çekilmezler.
-seni sevmeye çalışanlara gidiş yolundan puan verme, haticeye değil neticeye bak.
-seni sevmeyip, kırmamak için iyi davranmaya çalışanlara kötü davran... o da sana gidiş yolundan puan vermeyecektir ne de olsa.
-uyarıları dikkate almanı gerektirecek bir durum olmadığı sürece uyarıları dikkate alma.
-tedbir esastır.
-asla makyajını silmeden yatma.
-dişlerini fırçalamadan hiçbir eylem gerçekleştirme.
-olmuyorsa zorlama

bazen ne kadar öpersen öp, kurbağayı prens - ne kadar uğraşır ne kadar törpülemeye çalışırsan çalış orospu çocuğunu insan yapamazsın.




19 Ağustos 2011 Cuma

ortada kuku var yandan geç

yüzyıllardır sonu gelmeyen bir çaba içerisinde insanlar birbirini anlamaya çalışıyor. bir hareketlere anlam vermeye çalışmak, konuşmalardan anlam çıkarmak, çıkardığın anlamlardan bambaşka problemler çıkarmak. bir de birbirini anlayabilmenin yolunun konuşmak olduğu konusunda çılgınca ısrarcı olan insanlar var. konuşarak problem çözecek adam gelsin. biz konuştuk, anlaştık, konuyu kapattık bir daha da açmayacağız desin ve sonra bir daha açmasın; öyle bir dünya yok!

aldatılma sorunu var mesela bin senedir. aldatanın yakalanmamaya çalışma çabaları ile aldatılanın anlamlandırmaya ve yakalamaya çalışma çabalarını bir araya getirsek Somalideki her aç çocuğu Ümit usta kıvamına getirebilirdik. onun yerine boşanma avukatları icad olundu. onların da bir işlevi var belli ki.

dışarı çıkıp birkaç damla bir şey içmeye her niyetlendiğimde, niyetimden ve enerjimden utandıran masaların yanına denk geliyorum sevgili dostum. niyet ettim dertsiz, tasasız içmeye derken yan masadaki kızları dinlemeden de duramıyorum. herkesin ağzında bir pipi, başka muhabbet yok. herkesin ağzında bir pipi derken, tabiğ lafın gelişi. en azından böyle bir şey varsa bile yemek yerken veya içerken görmek istemem. hatta herhangi başka bir aktivite esnasında da görmek istemem, hiç gerek yok. dişi masaların çevresinde dertlenip, dişi yakarışa maruz kalmak; ataerkil masalar etrafında insanlığından utanmak durumunu yaşarken sarhoş olmak konusunda hiç sıkıntı çekmiyorum sevgili bukowski.



gönül ister ki pipiler durulsun, tüm o uyarılara rağmen yüzyıllardır yaptıkları hataları yapmaya devam etmesinler. eller yukarı, pipiler aşşa, ortada kuku var yandan geç, madur etme milleti bebişim. izin ver de bu yüzyıldan alnımızın akıylan geçelim artık, aynı hatalarla çirkefe bulanmayalım. litfen. çok rica ediyorum beni sinirlendirmeyin. yanımda konuşmayın. benle konuşmayın. beni konuşmayın. arkamdan hiç konuşmayın. önümden konuşmanızı da çok istemiyorum. şimdi hepimiz sakin olup 1 dakika susalım. hadi. şimdi. şu an. an bu an. al beni lan!

gerçekler acıdır fakat ben ekşi severim.

insanoğlunun en büyük hatalarından biri gerçeği bilme arzusuna sürekli olarak yenilmesidir. aslında kimse gerçekleri bilmek istemez, sadece merak ederken daha ürkütücü senaryolar yazacağı ihtimalinden gerçekleri bilmek ister. mesela ben dünyanın yuvarlak olduğunu bilmesem de olurdu. şimdi yürürken habire düşüyorum, lan bu dünya şurda biyerde ötede beride biticek kesin çok pis düşücem diye düşünürken korkudan başım dönmeye başlıyor ve düşüyorum.

gerçek kendi içinde çok kandırıkçı bir kavram. insanın ruh haline göre değişebilen bir şey zaman zaman. bazen arkadaşların seni mutsuz etmemek için minik saptırmalar yaparlar. o çocuk senden hoşlanıyor, yoksa niye saçını çeksin? halbuki aklı başında hiçbir insan saç çekmeyi bir hoşlanma belirtisi zanneden biriyle arkadaş olmaz normal şartlarda. sizin için akli dengesini yitirerek gerçeği saptıran arkadaşlarınız olabiliyor böyle. seni aramamasının nedeni telefon numaranı kaybetmiş olması olabilir, üstüne meteor düşmüş olabilir, şu geçen uçağın kanadının vidası gevşeyip çocuğun üstüne düşmüş olabilir. niye hep en kötüsünü düşünüyorsun diyen arkadaşlarınız vardır muhakkak. o insanları sevin.

yanlışlıkla patronunuz hakkında yazdığınız dedikodu içerikli mesajı, iş arkadaşınız yerine bizzat patronun kendisine yollamış olabilirsiniz. gerçek şu ki bu durumda boku yemiş olursunuz. ama gerçek şu ki bu durumda bile optimistliğini kaybetmeyerek, belki de gelen kutusu çok dolu olduğundan gitmemiştir, patronun mide kanaması geçirip maili görmeden ölmüş olabilir veya aslında bunların hepsi bir yanılsama sen aslında yoğsun, patronun da yoğ, ben de yoğum, biz hiç olmadık diyerek teselliyi hayallerde bulabilirsiniz. gerçeğin acımasızlığını hayallerle seyreltmeye çalışır, sek içmekten kaçınabilirsiniz. ama her şekilde yuttuktan sonra burnunuzdan midenize kadar geçtiği her yeri yakacaktır. içinizde elbet belirsizlik, gerçeğin yaktığı mideden daha çok can yakar diyenleriniz çıkacaktır eminim. gerçek şu ki her insan evladı gibi hangisiyle karşılaşmadıysan, o sana daha cazip gelecektir. şöyle ki :

- düşünsene arkandan karıştırdığı onca şeyi bilmeden aptal yerine konulmaya devam da edebilirdin müzeyyen, öylesi daha mı iyi olurdu. en azından yolun başından ne bok olduğunu anladın.
veya
-bu belirsizlik seni yıpratan müzeyyen, aslında neler olup bittiğini bir bilsen, bir anlatsa kötü de olsa duydukların bu sıkıntıların geçecek hep. bütün bu sıkıntı neyle karşı karşıya olduğunu bilememenden...

her şekilde başka bir şekil olmadan işin içinden çıkamayacakmış gibi hissedebiliriz. gerçek soğuk bir yemek değildir. ama çok acıttıysa üstüne intikam denen soğuk yemekten yenebilir. gerçek acıtır mı, doğruluğu garanti midir, bana göre süt ona göre çikolata olabilecek kadar bakış açısına bağlı bir şey midir tam olarak bilemiyorum. bildiğim bir şey varsa o da

gerçeğin
çok
çirkin olduğudur.

ve gerçek şu ki bunu değiştirmeye güzel gözler, minik bir gülümseme, atılan mailler, yavru köpek bakışları, telefondaki hüzünlü ses, en azından hiç kimsenin sahip olamayacağı kadar büyük bir şekilde sevildiğin yalanları, her dakika birinin aklında olduğun uydurmaları, güzel bir yüz, güzel bir dost eli veya güzel anılar... bunların hiçbiri senin gerçekleri içine soktuğun o çirkinliği mazur kılmayacak, temizleyemeyecek. her şeyi temizlenemeyecek kadar pisliğe bulayıp, gerçekleri güzelleştirilemez hale gelene kadar çirkinleştirip ondan sorna dönülmez akşamın ufkunda dans etmek için uzattığın o elin, hamurabi kanunlarınca kesilmesi gerektiği gerçeğini örtmeye yetmeyecek.

ve gerçek şu ki sevgili dostum, bazen gerçekler fotoşopla bile düzeltilemeyecek kadar çirkindir. ve şunu söylemeden geçemeyeceğim sevgili madurlar, ben çirkini değil güzeli, acıyı değil ekşiyi severim. o yüzden beni bunlarla madur etmeyin.



yazımı toplumsal bir mesajla bitirmek istiyorum: NAH! çok beklersiniz.

18 Ağustos 2011 Perşembe

kalbimden temiz bu sayfa

kalbimden temiz bu sayfayı daha az önce açtım. ortalık kir pas içinde, her yer toz her yer toz diyerek gezmek de bir yere kadar diye düşündüm. kalbimden daha temiz tutmaya da gayret edicem, bundan sonra biriktirmicem her akşam gün içinde yapılanları tekrar edicem. gelmiş geçmiş tüm öğretmenlerim benimle gurur duyacak.

bu ilk serzenişimi her yer çöp, her yer çöp diyerek gelen, aşkımı süpüren kör olası çöpçüler hakkında yazacağım. bana kalırsa her meslek kutsaldır ancak onlarınki daha kutsal. temizlik imandan gelir dostlarım. bunu antalyadan istanbula yaptığım araba yolculuğunda anladım. 736 kilometrelik yolculuk boyunca pis kokmayan tek bir şehir, köy, kasaba, belde görmedim. kokudan camı açamadım, hep klimayı açtım, hep benzin yedi. devir tasarruf devri bebişim.

kör olası diyerek bahsetsek de gerçekten çok önemli bir iş yaptıklarını ilik ve kemiklerimde hissediyorum. aşkımı süpürmese iyiydi ama. şimdi bir de bu konuya minik bir giriş yapmak istiyorum. madur için isyan vakti : buyurun buradan yakın. ben - madur olduğu kadar nemrut - bir zamanlar aşık oldum. öyle aşık oldum ki bu sefer nur topu gibi bir bebek fışkırtır, yüzdürür, isilik olmasın diye de poposunu pudralarım dedim. o kadar değilse de şaka maka çok sevdim. günde en az 35 kere telefonla konuşup, kalan sürelerde bilgisayar başında oturarak aşkıma nam saldım. sürekli ondan bahsedip, gencebay dinledim, o da seviyor ooo oooo dinledim, romantizmimi bir sonraki seviyeye taşıyıp yemekler hazırladım. saçımı süpürge etmedimse de, kedi tüyünden rahatsız oluyor diye elektrik süpürgesi yaptım evi baştan başa. işte dostlar ölüler böyle sever ancak yaşayanlar anlamıyor aşktan, sevgiden. naptımsa olduramadım ben de en az herkes kadar. şimdi nerede bu büyük aşk derseniz istanbul sarıyer belediyesi geri dönüşüm için uygun bir materyal olduğuna karar verdi. şimdi neye dönüştürdüler bilmem, arayıp bulmaya çalışsak nerede aramamız gerekir bilmem ama bildiğim bir şey varsa dostlarım - burayı iyi okuyun romantizmimle dövücem sizi - ben o aşkı içimden koparıp attım.